30 Aralık 2008 Salı

Cumhuriyet’in bir kalesi daha düştü!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne Başbakan Erdoğan’ın aile doktorunu atadı.
Erdoğan’ın aile doktoru Prof. Dr. Yunus Söylet, İstanbul Üniversitesi rektörlük seçimlerinde 2. olmuş, ancak Yusuf Ziya Özcan’ın başkanlığındaki YÖK tarafından Cumhurbaşkanı’na 1. sırada sunulmuştu.
YÖK Başkanlığına getirtilen Yusuf Ziya Özcan’la yeni rektör aynı siyasal atmosferi solumuş isimler. 2007’de YÖK, 2008’de de en köklü üniversite böylece “ele geçirilmiş” oldu!
***
Seçimden bu yana pek çok kesim, “İstanbul Üniversitesi’ni de kaybettik” havasında… Hatta DİSK bile Cumhurbaşkanı Gül’e atama öncesi mektup yazarak, YÖK’ün 1. sırada gönderdi Prof. Dr. Yunus Söylet’i değil, seçimlerde 1. olan Ali Akyüz’ü tercih etmesini rica etmişti!
“İstanbul Üniversitesi’ni de kaybettik” moral çöküntüsündeki tüm kesimlere şunu söylemek gerekir: Siz İstanbul Üniversitesi’ni 2004 Eylül’ünde zaten kaybetmiştiniz!
Eylül 2004’te, “Laik” YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç ve ekibinin kararıyla ve Cumhurbaşkanı Sezer’in onayıyla, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alendaroğlu, rektörlükten alınmıştı!
Bugün, “İstanbul Üniversistesi’ni de kaybettik” diyenlerinin içinde, Alemdaroğlu’nun görevden alınmasını alkışlayanlar bile vardı!
Hadi alkışlayanları geçelim ama bugün gelinen süreçten en fazla, o gün bu karara direnmeyenler sorumludur! O gün direnmeyenlerin, bugün, “İstanbul Üniversitesi’ni de kaybettik” demek dışında yapacakları bir şey kalmamıştır!
Cumhuriyet’le hesaplaşma işte böyle oluyor: Önce Alemdaroğlu görevden alınır. Buna direnmesi gereken kesimler, Prof. Dr. Mesut Parlak’ın geçiş rektörlüğü sürecinde etkisiz hale gelir-getirilir. Sonra da “aile doktoruyla” son darbe vurulur.
Başbakan Erdoğan, bir süre sonra “türban meselesini ulemaya” ciddi ciddi sorabilecek hale gelecek!
***
Gelelim İstanbul Üniversitesi’nin başına getirtilen Prof. Dr. Yunus Söylet’le ilgili ilk bilgilere.
Prof. Dr. Söylet, Başbakan Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde aile hekimliğini yapmıştı. (Nitekim, Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı günlerinde çevresinde olan hemen herkes, şu anda bu devleti yönetir pozisyonlarda.)
Prof. Dr. Söylet aynı zamanda, Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanı iken kurduğu Sıcak Yuva Vakfı’nın da halen başkanlığını yürütüyor. Tayyip Erdoğan, vakfın, aynı zamanda mütevelli heyeti başkanı.
Prof. Dr. Yunus Söylet, İstanbul Tabip Odası seçimlerinde de AKP’nin desteklediği “Hekim hakları Platformu” listesinin de başında yer almıştı; 7 Eylül 2007’de de, yine Abdullah Gül tarafından, YÖK Genel Kurul üyesi olarak atanmıştı!
Prof. Dr. Söylet, aynı zamanda, “Türbana özgürlük” bildirisinin de mimarlarındandır.
Sonuç olarak AKP, YÖK’ten sonra İstanbul Üniversitesi’nde de etkin hale gelerek, önemli bir Cumhuriyet kalesini daha düşürmüştür!
Ya direneceğiz, ya seyredeceğiz!

Mehmet Ali Güller
30 Aralık 2008

26 Aralık 2008 Cuma

Cumhuriyet elden gidiyor!

“Yargıda Yüksek gerilim” manşetlerini, “Yargı birbirine girdi” yorumlarını okumuşsunuzdur. Emperyalist ABD’nin yönlendirdiği, ortaçağ kafasının Türkiye’yi getirdiği nokta işte burasıdır. Devletin kurumları arasında da, kurumların yöneticileri arasında da “bölünme” vardır.
Gündemi kaçıranlar için kısa bir özet yapalım.
Yüksek Seçim Kurulu, kapatılan Giresun’un Kovanlık Belediyesi’nin başvurusunu sonuçlandıran Danıştay kararına dayanarak, kapatılan 863 belde belediyesine yerel seçime girme izni verdi.
Başbakan Erdoğan ise bunun üzerine, şu tahrik dolu açıklamayı yaptı: “Türkiye’de demek ki, ikinci bir Anayasa Mahkemesi daha çıktı…”
Mesajı alan Anayasa Mahkemesi’nin hukukçu olmayan Başkanı Haşim Kılıç, “Anayasa Mahkemesi kararlarının herkesi bağlayacağını, mahkemenin öngörmediği bir sonucun çıkarılmasının ihlal anlamına geldiğini” söyleyerek Danıştay’ı hedef aldı.
Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 8’i ise ortak imzalı bir açıklama yaparak, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın sözlerinin mahkeme görüşü olarak kabul edilemeyeceğini ilan ettiler! 8 Anayasa Mahkemesi üyesi 149. Maddeye haklı olarak dikkat çektiler: “Anayasa'nın 149. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi, Başkan ve on üye ile toplanır, salt çoğunluk ile karar verir. Bu bağlamda, belirtilen usule uyularak yapılmayan açıklamalar Mahkeme görüşü olarak kabul edilemez.”
Danıştay da ertesi gün, kendilerini Anayasa’yı ihlal etmekle suçlayan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ı topa tuttu. Danıştay, Kılıç’ın yetki ve sorumluluğunu aşarak talihsiz bir beyan verdiğini belirtti.
Başbakan Erdoğan’ın “iki Anayasa Mahkemesi mi var?” diye sorarak kurumlar arasına soktuğu kama, yüksek yargıya bu görüntüyü verdi!
50 yıldır Cumhuriyet’i adım adım kemiren zihniyet, son 6 yılda kurumları ele geçirme noktasına gelmiş ve kurumlar içinde, kurumların yöneticileri içinde bölünme olmuştur!
CHP lideri Baykal’ın, olan biteni “hukuka yakışır mı böyle şeyler” şeklinde yorumlaması ise, asıl trajik olan durumdur!
Olan bitenin tek sonucu vardır.
Cumhuriyet elden gidiyor!
Anayasa’ya aykırı bir şekilde 3 Kasım 2002 seçim pusulasına girerek yola çıkan Tayyip Erdoğan, Anayasa’ya vere veriştire, bu noktaya gelmiştir.
Bu durumdan, Erdoğan’ı 3 Kasım seçimlerinden sonra sanki Başbakan olmuş gibi Çankaya’da kabul eden dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de, seçilebilmesi için Anayasa değişikliğine omuz veren CHP lideri Deniz Baykal da sorumludur. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök de hala “şiir gibi” ahenkli açıklamalarla yandan destek vermeyi sürdürüyor!
Gidişat karşısında yorum yapan bir Bektaşi de şöyle sesleniyor: “Çankaya’yı aldılar, TBMM’yi aldılar, Hükümeti aldılar, Emniyet’i aldılar, Dışişleri’ni aldılar, YÖK’ü aldılar, Üniversitelerin rektörlüklerini birer birer aldılar, Yargı’nın bir bölümünü aldılar, Valilikleri aldılar, Kaymakamlıkları aldılar, Karayollarını aldılar, Hastaneleri aldılar, Karayollarını aldılar… Bir tek hapishaneleri alamadılar. Hapishaneler bizimdir!”

Mehmet Ali Güller
26 Aralık 2008

21 Aralık 2008 Pazar

Gül'ün kökeni değil, Amerikancılığı tehlike!


Kendilerine “aydın” sıfatı takılan bir grup Soros’çu; “Ermenilerden özür diliyoruz” bildirisi kaleme aldı. Bir grup Büyükelçi de başka bir bildiri kaleme alarak Soros’çulara tepki gösterdi. İşçi Partisi’nden MHP’ye, TGB’den Genelkurmay Başkanlığı’na kadar pek çok milli kesim ve kurumdan da Soros’çu girişime tepki geldi.
Ancak tüm bu haklı ve doğru tepkileri gündemden düşüren değerlendirme CHP’den geldi. CHP milletvekili Canan Arıtman, Cumhurbaşkanı Gül’ün bu girişime “Her türlü görüş açıkça tartışılabilmelidir. Bu devlet politikasıdır” diyerek “tarafsız” kalmasını, Gül’ün anne tarafından Ermeni kökenli olmasına bağladı.
Arıtman her ne kadar partisinin köken ayrımı yapmadığını söylese de; bu yaklaşım pek çok çevrenin tepkisini çekti ve “haklı ve doğru” tepkilerin yerine, Arıtman açıklamaları doldurdu medyayı…
Cumhurbaşkanlığından da üstü üste her gün açıklama yapılır oldu. Gül, son yaptığı açıklamada, sırasıyla, “Müslüman ve Türk” olduğunu ispatlamaya çalıştı.
CHP’Lİ ARITMAN, İKİ KERE YANLIŞTIR!
CHP’li Canan Arıtman niyet bakımından haklıdır, doğru noktada konumlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ni Anayasal görevi gereği korumak ve kollamakla mükellef Cumhurbaşkanı, elbette Türkiye karşıtı girişimlere tepki göstermelidir. Bu görevi yerine getirmeyen Gül, elbette anamuhalefet partisince, milletvekillerince, topyekun milletçe protesto edilmelidir; ancak bunu yapmamasını etnik kökenine bağlamak iki kere yanlıştır!
1) Bu değerlendirmeyi yapan Canan Arıtman’ın partisinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, eşsiz bir bilimsel tanım yapmıştır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir”
Büyük önder, bu yaklaşımı nedeniyle bir devrime önderlik edebilmiş; batan bir imparatorluğun ve saltanatın ümmetini millet yapabilmiş; Emperyalizme karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı verebilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilmiştir.
2) Gül’ün etnik kökeni nedeniyle Türkiye karşıtı hamlelere sessiz kaldığını söylemek, esas meseleyi milletten gizlemek demektir.
22 Temmuz darbesi sonrası Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Gül, Başbakanlığı döneminde ABD’yle yaptığı hizmet sözleşmesi gereği “özür kampanyasına” karşı “sessizdir”!
Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la, 3 Nisan 2003 günü Ankara’da “2 sayfalık, 9 maddelik gizli bir plan yaptığını” itiraf etmiştir. Gül bu itirafı, 24 Mayıs’ta, Vatan Gazetesi’nden Sedat Sertoğlu’yla söyleşisinde ağzından kaçırmıştır: “Ben bu gezileri yapmadan önce şimdi senin oturduğun koltukta (Eliyle koltuğa vurdu) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu. Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki… Powell Suriye’ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var.”
ANLAŞMA MI, HİZMET SÖZLEŞMESİ Mİ?
Gül’ün ağzından kaçırdığı anlaşma, aslında anlaşma mıdır, hizmet sözleşmesi midir? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, başka ülkelerle anlaşmaları belirli hükümlere bağlar. Bakanlar Kurulu’nun, TBMM’nin ve Cumhurbaşkanı’nın onayı, kararı, imzası olmayan bir sözleşme anlaşma değil, olsa olsa hizmet sözleşmesidir!
İŞTE 9. MADDE
Gül’ün ağzından kaçırdığı ama içeriğini daha sonra açıklamadığı bu hizmet sözleşmesini daha sonra İşçi Partisi açıkladı. Buna göre gizli hizmet sözleşmesinin 9. Maddesi şöyle: “Ermenistan’a yönelik kısıtlamaların kaldırılması”
Bu hizmet sözleşmesinde yer alan 9. Maddenin adım adım nasıl geliştirildiği belleklerdedir;
AKP ADIM ADIM İLERLEDİ!
Gül’ün Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, 2002 seçimlerinin hemen ardından, “Erivan’la ilişkileri normalleştirmeye hazırız” mesajı verdi AB’ye…
Başbakan Gül, 3 Nisan 2003’te ABD Dışişleri Bakanı Powell’a, yukarıda belirttiğimiz 9. Madde sözünü verdi.
Emekli büyükelçi İlter Türkmen’in içinde yer aldığı Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu, uluslar arası bir hukuk komisyonuna başvurmuş ve bu firma da “Ermeni soykırımı vardır” denilen bir rapor hazırlamıştır. Rapor, 2003’te yayımlanmıştır.
2004’te Washington’u ziyaret eden Başbakan Erdoğan, ABD’ye gümrük sınır kapısının en kısa sürede açılacağı sözünü verdi.
Başbakan Erdoğan, 8 Mart 2005’te, CHP Genel Başkanı Baykal’la yaptığı basın toplantısında Ermeni iddialarını kastederek “Türkiye, iktidarıyla, muhalefetiyle tarihiyle yüzleşmeye hazırdır” diye konuştur.
Gül ve Erdoğan, 2005’teki çeşitli açıklamalarında, “Ermeni meselesi için ortak bir komisyon kurulmalı ve bu mesele tarihçilere bırakılmalı” dedi.
Gül, 28 Mart 2007’de, Washington Times gazetesinden yayımlanan makalesinde, “Türk-Ermeni komisyonu kurulsun. Bu komisyon Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi için olumlu bir hava yaratacaktır” dedi.
29 Mart 2008’de, Van’ın Akdamar Adası’ndaki Ermeni Kilisesi, büyün şaşaayla, Başbakan Erdoğan tarafından açıldı. Hafta boyunca, medya aracılığıyla milletimize psikolojik savaş uygulandı.
GÜL’ÜN 3. MADDELİK MUTABAKATI
Gül, maç izleme bahanesiyle 6 Eylül 2008’de Erivan’a gitti ve muhatabıyla 3 maddelik bir mutabakata vardı. Buna göre belirli bir zaman diliminde sınır kapısı açılacak, ortak tarih komisyonu kurulacak, ekonomik ve bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi konusunda ortak çalışmalar geliştirilecek.
İŞTE AB’NİN ROLÜ!
Fransız Hükümeti, “Ermenilere soykırım yapılmamıştır” demeyi suç sayan yasa teklifini senato gündemine neden almadığını 3 Aralık 2008’de şu sözlerle açıkladı: “Abdullah Gül’ün Erivan ziyareti üzerinden Türkiye bir ‘bellek çalışması’ yapmaya başladı, bunun cesaretlendirilmesi gerekir!”
Ve cesaret alan Soros’çu “aydınlar” özür dileme kampanyasını başlattılar!
İlk tebrik de Amerika Ermeni Asamblesi’nden geldi. Asamblenin direktörü Bryan Ardouny, “bu özür, bir ilk adım ve kaçınılmaz olarak Türkiye’nin, soykırım geçmişiyle yüzleşmesi sonucunu ortaya çıkaracak” dedi.
GÜL’ÜN İBRETLİK AÇIKLAMASI!
Abdullah Gül de, 16 Aralık’ta şöyle dedi: “Türkiye, görüşlerin açıkça ifade edilebildiği bir ülke. Herkes görüşlerini açıkça ortaya koyuyor. Sorunların, problemlerin olduğu komşularımızla sorunları konuşarak çözmek kararlılığındayız, bu mümkün. Problemlerin devam etmesinin kimseye bir yararı yok. Bizim devlet olarak tavrımız, tüm komşularımızla ilişkilerimizi, en iyi noktaya getirmek, tüm komşularımızla güven, istikrar temin etmek ve bütün bölgede refahın gerçekleşmesini temin etmek. Bunun yolu da buradan geçer.”
Şu kısa özet bile tek bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ermeni kökenli olduğu için değil, sınıfsal karakteri gereği ve ABD’yle hizmet sözleşmesi imzaladığı için Türkiye karşıtı girişimlere sessiz kalıyor, dahası destek veriyor!


Mehmet Ali Güller
21 Aralık 2008

3 Aralık 2008 Çarşamba

YÖK’ten azınlıklara dinsel gün izni

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan imzasıyla bütün üniversitelerin rektörlüklerine birer genelge gönderilerek, Yahudi ve Ermeni öğrencilerin dini bayramlarda izinli sayılmaları istendi. Türkiye Hahambaşılığı ile Türkiye Ermeni Patrikliği Ruhani Başkanlığı’na da bilgi için gönderilen genelgelerde, Yahudi ve Ermeni dini bayramları ile bunların tarihleri de belirtildi. Genelgelerde, aynı haktan sadece öğrencilerin değil, Yahudi ve Ermeni personelin yararlandırılması da istendi.
Sırada, “Cuma günü”nün de tatil kapsamına alınma çalışmaları var!
***
AKP, “tek bayrak, tek millet, tek devlet” dediğinde şaşırmamız, tarihi belleğimizdendir.
AKP, yola “çıkarılırken” önüne konan programda ne vardı?
Etnik gruplara özgürlük, azınlıklara özgürlük, cemaatlere özgürlük!
ABD’nin önce “Yeni Dünya Düzeni ve Küreselleşme” diyerek dayattığı, sonra “Büyük Ortadoğu Projesi BOP” diye dayattığı bu atomizasyon süreci, hatırlayacaksınız önce Yugoslavya’da denendi. Yugoslavya’dan geriye, birbirine düşman küçük devletçikler kaldı!
Demokrasi ve özgürlük kavramları ise bu ayrılığın, bu bölünmenin ideolojik argümanları oldu.
***
Aynı ABD, Yugoslavya’dan sonra Irak’ı da bölüyor. Fiilen Irak üçe bölünmüş durumda. Irak’ın kuzeyine kurdukları kukla devleti, ileri de Türkiye’den koparacakları bir parçayla birleştirmek istiyorlar.
Ama Kıbrıs’ta 35 yıldır ayrı ayrı ve barış içinde yaşayan Türk ve Rumlara “birleşin” baskısı yapıyorlar!
Yani, stratejik hedefleri neyse, ona göre “ayrıl” ya da “birleş” diyorlar. Her iki durumda da “demokrasi ve özgürlük” diyorlar.
Ve ne acıdır ki, çoğumuzda hala, yutuyoruz!
ABD ve AB’nin hedefinde “ulus-devletler” var. Ulus-devletleri parçalamanın yolu da “etnik gruplara, dinsel azınlıklara ve cemaatlere özgürlük” ten geçiyor!
***
Yahudi ve Ermeni öğrencilere resmi izin verilmesi de “bölünme” hedefine hizmet edecek bir adımdır. “Ne var bunda büyütecek?”, “demokrasi işte bu”, “bireye özgürlük” gibi söylemlerle işi iyice normalleştirecekler, dikkat!
Yarın da F tipi cemaat çıkıp “Cuma günleri tatil” olsun derse, ne diyeceksiniz?
***
Bu “demokrasi makyajlı” adımla, aynı zamanda “öğrenimin birliği” kanunu da biraz daha delinmiştir.
Cumhuriyet Devrimi Kanunları delindikçe, Cumhuriyet de elden gitmektedir!
***
Cumhuriyet bekçiliği, “beklemek” anlamına gelmiyor!

Mehmet Ali Güller
3 Aralık 2008

2 Aralık 2008 Salı

Sistem partileri, sistemi yıkıyor!


“AKP’nin, ‘tek bayrak, tek millet, tek devlet’ ve ‘ya sev, ya terk et’ sloganı”; “CHP’nin kara çarşaf operasyonu”; “MHP’nin Alevi açılımı”!
Her üç parti de, Mart 2009 yerel seçimleri öncesinde birbirlerinin geleneksel alanlarına giriverdiler.
AKP, MHP’nin ‘ya sev, ya terk et’ sloganına sarıldı; CHP, AKP’nin dini siyasete alet eden sembollerine sarıldı; MHP, CHP’nin geleneksel oy tabanına sarıldı. Hatırlayınız, AKP de, daha önce CHP’nin geleneksel oy tabanı olan Alevilere “açılım” yapmıştı…
Bu durumu “partilerimizin birlik beraberlik kaygısı” olarak okuma saflığında değilsek eğer, görebileceğimiz tek bir gerçek vardır. O da hepsinin sistem partileri olduğu gerçeğidir.
Döne döne birbirlerinin yedekleri oluyorlar. Döne döne birbirlerinin alanlarına sırasıyla “doldur boşalt” yapıyorlar.
Nitekim, üçünün de parti programı temelde aynı. “Serbest piyasacı”, “AB’ye tam üyelik hedefli”, “ABD’yle stratejik müttefik niyetli” programlarının gerisi teferruat nasılsa.
Normal zamanlarda birbirilerini eleştirseler de; en kritik zamanlarda hep aynılar. Hep aynı hedefe yönlendirilmiş oklar gibiler.
***
Örneğin Aytaç Durak. Adana Büyükşehir Belediye Başkanı.
Bu yerel seçimler öncesinde de AKP’den istifa etti; CHP’ye geçeceği söylendi.
Şaşırmayız!
Durak, 1963-1980 yılları arasında Adalet Partisi’nden dört dönem Adana Belediye Meclis Üyeliği yaptı. 1984’de Anavatan Partisi’nden Adana Belediye Başkanı oldu. Sonra DYP’den Belediye Başkanı oldu, sonra da AKP’den…
Bu döngüsel duruma CHP içinden itirazlar gelince, Aytaç Durak’a DP’den davet gelmiş…
Aytaç Durak örneğine siyaset sahnelerimizde çok sık rastlanmaktadır.
***
Sistem partilerinin Türkiye’yi götürdüğü yer ortadadır. Sistem partileriyle sistem gün be gün yıkılmaktadır!

Mehmet Ali Güller
2 Aralık 2008