27 Aralık 2009 Pazar

Çuval Operasyonu’ndan Arınç’a suikast yalanına… ABD'nin hedefi: Özel Kuvvetler Komutanlığı

Arınç’a suikast yalanının ardından basılan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın tarihi, aslında Çukurambar Operasyonu’nun da ne anlama geldiğini açıklıyor.
Önce basının bir yanlış ifadesini düzeltelim: Subayları gözaltına alınan ve kozmik odalarına girilen yer “Seferberlik Tetkik Kurulu” değil, “Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı”dır ve Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlıdır.
Seferberlik Tetkik Kurulu, Türkiye’nin NATO’ya girmesinin bir sonucu olarak doğdu. Üye ülkeleri NATO aracılığıyla denetime alacak ABD’nin biricik NATO içi aygıtı üye ülkelerde kuracağı bu yapılardı. İşte Seferberlik Tetkik Kurulu da, NATO’ya üye ülkelerle eşzamanlı olarak 27 Eylül 1952 yılında Yüksek Savunma Kurulu kararıyla kuruldu. Kurul bizzat Amerikan Askeri Yardım Heyeti’nin binasında faaliyet gösterdi. Kurul’un kuruluşuna imza atan Başbakan Adnan Menderes ve Milli Savunma Müsteşarı Org. Salih Coşkun’du. İlk Başkanlığını Kore’de çarpışan Korgeneral Daniş Karabelen’in yaptığı Kurul’un çekirdek kadrosunu Kore’den dönen ve Gayrı Nizami Harp Stratejisi’ni öğrenen subaylar oluşturdu. Giderlerini ABD’nin karşıladığı Kurul’a verilen görev anti-emperyalist, anti-Amerikancı bir rejim değişikliğini engellemek ve mevcut rejimi Sovyet tehdidi varsayımı üzerinden kontrol altında tutmaktı. Öyle ki; CIA ve Adnan Menderes hükümeti arasında imzalanan 1959 tarihli bir anlaşmada, “Gizli Ordu”nun “rejime kaşı iç ayaklanma durumunda” harekete geçirileceği belirtiliyordu.
Seferberlik Tetkik Kurulu’nun ismi 1965 yılında Özel Harp Dairesi oldu. Daire, ABD’nin kontrolünde uzun yıllar Kontrgerilla olarak hizmet verdi. Daire’nin resmi varlığı, 1974 yılında Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın Başbakan Ecevit’ten “acil bir ihtiyaç için” para istemesiyle ortaya çıktı. Ancak yapının varlığı 12 Mart’ta işkence gören Solcularca zaten öğrenilmişti! Özel Harp Dairesi ve Kontrgerilla varlığını 12 Eylül öncesi ve sonrasında da tüm ağırlığıyla sürdürdü.
Ancak 1980’lerin sonuna doğru TSK içinde, ABD’nin stratejik hedefleri konusunda fikir değişiklikleri oluşmaya başladı. Öyle ki, 1986 yılında ABD, şimdilerde uygulatmaya çalıştığı “Türkiye himayesinden Kürdistan Planı”nı Evren ve Özal’ın oluruyla Türk Ordusu’na da dayatmıştı. Evren ve Özal’ın, Ordu’nun kabul etmediği bir planı hayata geçirmesi mümkün değildi. Plan, Genelkurmay Başkanı Org. Nejdet Üruğ’un sert direnciyle karşılaştı ve engellendi. Bu tarih, Türk Ordusu’nun da NATO üyeliğini ve ABD ile ilişkilerini sorguladığı bir dönemin başlangıcı oldu. İşte bu süreçte, 1990 yılında Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı’na dönüştürüldü, 1992’de de personeli yeniden yapılandırıldı. Bu sadece bir isim değişikliği değil, ABD ilişkilerinin sorgulandığı sürecin de somut bir sonucuydu. Öyle ki; Özel Kuvvetler Komutanlığı ile Daire ABD sultasından çıkarıldı! ÖKK, TSK’nın seçkin bir gücü olmanın ötesinde Milli Kuvveti oldu!
NATO ve ABD ilişkileriyle, ABD parasıyla, ABD eğitimiyle milletine karşı oluşturulmuş olan bir yapı, artık Milli Kuvvet’di… İşte bu tarihten itibaren ÖKK, ABD’nin hedefi haline geldi!
ÖKK’ya yönelik en sıcak ABD saldırısı 4 Temmuz 2003 tarihindeki “Çuval Operasyonu”ydu… Bugün Arınç’a suikast yapacağı iddiasıyla subayları gözaltına alınan, karargâhına baskın yapılan ÖKK, 4 Temmuz 2003’te de Peşmerge liderlerine suikast yapacağı iddiasıyla baskına uğramıştı! O gün, “karşılık verme” emriyle başına çuval geçirilen, kriptolarına el koyulan subayların, bugün de kozmik odalarına Terörle Mücadele Polisleri girmiştir!
ABD, ÖKK’ya yönelik saldırılarını periyodik şekilde sürdürdü:
Örneğin ÖKK, Gölbaşı’nda kendi yeri ve binası için çalışmaya başladığında da, yolsuzluk iddialarıyla saldırıya uğradı. Yapısı sivilleşen, içi boşaltılan, etkisi kısıtlanan Milli Güvenlik Kurulu’nun Toplumsal İlişkiler Başkanlığı’nı ÖKK bünyesine dahil etmek ve ÖKK’yı 2006 yılında tümen seviyesinden kolordu seviyesine çıkarmak da ABD’nin saldırganlığını artırdı.
ÖKK’ya yönelik giderek artan ve karargâhının basılması noktasına kadar varan saldırının en önemli nedenlerinden biri de Org. Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde yapılan bir değişiklikti. Gayrı Nizami Harp tanımını değiştiren ÖKK, tanıma şu ifadeyi ekledi: “Düşmanın fiziki, ekonomik, psikolojik, siyasi vb. işgallerine maruz kalmış bir bölgede işgali ortaya çıkarmak, engellemek ve karşı tedbirleri uygulamak” Bu ifade yalnızca 50 yıldır NATO aracılığıyla ve Özel Harp Dairesi üzerinden denetlenen TSK’nın yaptığı bir tanım değişikliği değil aynı zamanda yeni sürece ilişkin tehdidin kaynağına yönelik bir durum saptamasıydı!
ABD, bölge politikalarını TSK’yı “ikna etmeden” hayata geçiremeyeceğinin farkında… TSK’yı sindirmenin en kritik mevzilerinden biri de Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bayrak dikmek!
Süreç daha da hızlanacak…

Mehmet Ali Güller
27 Aralık 2009

24 Aralık 2009 Perşembe

Arınç’a suikast yalanı ve F Tipi “Perdeleme Operasyonu”

Arınç’a suikast iddiasının yalan olduğu, Genelkurmay’ın açıklamasıyla da teyid oldu. Ancak daha önemlisi suikast iddiasıyla, aslında TSK’ya yönelik bir perdeleme operasyonu yapıldığı gerçeğiydi. TSK, kendisine yönelik “asimetrik psikolojik savaş”a “yanıt ararken”, F Tipi örgütün “perdeleme operasyonu”na maruz kalmıştır.
Açalım; ama önce suikast iddiasını çürüten olgulardan üçünü sıralayalım:
1.. Suikast iddiasıyla suçlanan Albay ve Binbaşı, 47 günde 25 araç kiralayarak bölgede “keşif” yapıyor. 25 araçla topu topu 80 km yol yapılmış. İzleme faaliyeti için yüksek düzeyde profesyonel bir çalışma tarzı. Üstelik Albay ve Binbaşı Bumerang isimli araç kiralama şirketinden, özelikle güzergâh takibine yarayan GPS cihazının olmadığı araçları kiralayacak uzmanlıkta… Ve de Albay ve Binbaşı, suikast iddiasıyla baskına uğradıklarında da ayrı ayrı araçlarda yer alacak çapta…
Ancak bu uzmanlığa sahip subaylar, Arınç’ın adresini bir türlü ezberleyemeyip kâğıda yazmışlar! 2.. Suikast iddiasını ortaya atanlar, ihbarın 20 gün önce yapıldığını, Albay ve Binbaşı’nın da 20 gündür izlendiğini yazdılar. Demek ki, Albay ve Binbaşı 20 günde ne adresi ezberleyebilmiş, ne de Arınç’ın evini bulabilmiş! Üstelik subaylar iddiaya göre Arınç’ın evinin çevresinde defalarca güvenlik kameralarına yakalanmış! Çevresinde dolanıp dolanıp, üstelik ellerindeki kâğıtta adres yazılı olduğu halde, bir türlü hedefi bulamayan iki subay!
3.. Arınç’a suikast gibi çok ciddi bir iddia ile baskına uğrayan iki subay, iddiaların “büyüklüğünün” tersine serbest bırakıldılar! Demek ki savcı, yazılan çizilen iddiaların “büyüklüğünü kavrayamamış! Bu arada yazılan çizilenlerin tersine, iki subayın aranması sırasında ne silaha, ne mühimmata, ne ses kayıt cihazına, ne de teknik takip cihazına rastlanmadığının altını çizelim!
Peki, suikast yalan olduğuna göre gerçekte olan biten nedir?
Önce Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasındaki bir satır arasını hatırlatalım: “Söz konusu askeri personel, uzun süredir devam eden, kastedilen bölgeye yakın bir yerde oturan ve bilgi sızdırdığı iddia edilen bir askeri personel hakkında bilgi toplamak üzere görevlendirilmişlerdir”.
İşte suikast yalanının nedeni budur!
TSK, en doğal hakkı olarak, personelini kendisine yönelik “asimetrik psikolojik savaş”a karşı görevlendirmiştir. “35 kişilik ABD özel birimi” destekli F Tipi Örgüt ise TSK’nın “asimetrik psikolojik savaşa” karşı yürüttüğü çalışmaya karşı “perdeleme operasyonu” yapmıştır. Ergenekon tertipçileri, TSK’nın yüksek komuta kademesine de “ sakın karşı hamle yapma” mesajı vermiştir. Mesajı güçle destelemek için de iki subayı deşifre etmiştir!
“Tarihi fırsat” kaçmadan uygulamaya geçmek ve BOP projesine direnenleri hizaya sokmak gayreti, “asimetrik psikolojik savaş”ın boyutunu hem pervasızlaştırmakta hem de –nasıl olsa halk uyuyor diyerek- daha da ciddiyetsiz kurgular yapmaya itmektedir.
Son bir haftada yaşananlar bile tertiplerin çapsızlığını, ciddiyetsizliğini ortaya koymaya yetmektedir. İntihar eden Yarbay Ali Tatar’a ilk tutuklandığında sorulan soruya bakınız: “Mayıs 2008’de, Beylerbeyi Deniz ve Öğretim Komutanlığı’nda, eski Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, Doğu Perinçek’le bir toplantı yaptı ve burada size ‘köprü personel’ görevi verildi mi?” Şehit Yarbay böyle bir sorunun neresini yanıtlayabilirdi ki?! Çünkü Perinçek, “Mayıs 2008”de Ergenekon tertibiyle zaten hapisteydi!
Tertipçileri bu pervasızlığa iten nedenlerden biri de, basınımızın, daha 1. iddianamede “Perinçek Ergenekon’un tüzüğünü şu tarihte, şu evde, şunlarla yazdı” denildiğinde, “Perinçek o tarihte Haymana Cezaavi’nde yatıyordu” demeyi yüksek sesle söyleme-yazma cesareti gösteremememizde aramak lazım.
Ayrıca “asimetrik psikolojik savaş”ın boyutunun, çapsız-pervasız köşe yazarlarının kaleminde “Ey İlker Başbuğ. Subayın krokiyi yutmuş, ağzından çıkarmışlar, al sana ıslak belge, inanmıyorsan tükürük testi yap” şeklinde cıvıklaşmasını da basın tarihimize not edelim.

Mehmet Ali Güller
24 Aralık 2009

22 Aralık 2009 Salı

PKK yeniden yapılandırılıyor

Türkiye, ABD ve Irak arasında oluşturulan üçlü mekanizmanın 4. ana komite toplantısı iki bölüm halinde tamamlandı. İlki geçen yıl yapılan toplantılara Türkiye geniş bir heyetle katıldı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın başkanlık ettiği heyette Genelkurmay Başkanlığı’ndan Tümgeneral Erdal Öztürk, Emniyet Genel Müdür Oğuz Kağan Köksal, MİT Müsteşarlığı’ndan yetkililer, Dışişleri Bakanlığı Dış Güvenlik Müdürü Aydın Sezgin, Dışişleri Bakanlığı Irak Genel Müdür Yardımcısı Yunus Demirer ve Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik yer aldı.
Bu seferki toplantının birinci bölümün Bağdat’ta, ikinci bölümünün ise Erbil’de düzenlenmesi dikkat çekiciydi. Erbil toplantısı, mekanizmanın üçlü yerine dörtlüye çıkarıldığının yani Türkiye, ABD ve Irak’a Kürdistan’ın da eklendiğinin en somut işaretiydi.
Ki toplantının ikinci bölümü için Bağdat’tan Erbil’e geçen İçişleri Bakanı Beşir Atalay, mevkidaşı Kerim Sincari tarafından karşılandı; hem bölgesel yönetimin başkanı Mesut Barzani ile hem de bölgesel yönetimin başbakanı Berham Salih ile görüştü.
Böylece iktidarın “Kürt açılımı”nın aslında K.Irak açılımı daha doğrusu “ABD Kürdistanı” açılımı olduğu da bir kez daha teyid edilmiş oldu.
İçişleri Bakanı Atalay toplantılarla ilgili verdiği bilgilerde özetle şunları söyledi: “PKK’nın tasfiyesine yönelik Türkiye, Irak ve ABD’nin ortak mücadelesine önemli katkıları olacak yeni somut tedbirler ve kararlar alındı. Bir yol haritası çıkarılmıştır. Her 3 ülke de PKK’nın tasfiyesine yönelik adımların yoğunlaştırılması konusunda kararlılıklarını bir kere daha vurgulamışlardır”
Toplantılardan çıkan sonuç Türk basınına, “PKK’nın korktuğu başına geliyor”, “PKK’nın tasfiyesi için artık yol haritası var” şeklindeki başlıklarla yansıdı.
Peki gerçekten PKK tasfiye mi ediliyor? Daha doğrusu PKK’nın tasfiye edilmesi gerçekten isteniyor mu?
Bu soruya yanıt vermeden önce, Bakan Atalay’dan bir gün önce Erbil’e yapılan bir başka ziyarete daha dikkat çekelim.
Başbakan Erdoğan, Kürt Açılımı Koordinatör Bakanı Beşir Atalay’dan önce, AKP milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ı Erbil’e gönderdi. Görüşmede Fırat’ın Barzani’ye, açılım konusunda Erdoğan’ın ciddi olduğunu söylediği ve bugüne kadar atılan adımları tek tek anlattığı ve atılacak yeni adımlar hakkında da bilgi verdiği belirtildi. Barzani’nin, açılıma destek isteyen Fırat’ın taleplerine olumlu yanıt verdiği ve “Son dönemde yaşanan olayların bir daha tekrarlanmamasını umut ediyoruz. Açılım sürecini destekleyeceğiz. Sonuçta da şuan yürütülen politika kazanacak” temennisinde bulunduğu ifade edildi.
Sorumuza yeniden dönelim: Gerçekten PKK tasfiye mi ediliyor?
Yanıt elbette “hayır”dır!
Olan bitenin PKK’nın tasfiyesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Tam tersine, ABD, PKK’yı yeni dönem için yeniden yapılandırmaktadır. ABD, Türkiye’nin başına 35 yıldır bela ettiği bir kozdan neden vazgeçsin? Ki bu koz ABD’nin derin desteğiyle politik ihtiyaca göre Türkiye’yi, zaman zaman da İran’ı hedef alırken…
PKK’nın tasfiyesi değil, “ulusal ayrışma” için siyasallaşması hedeflenmektedir. Bunun için de sadece güneydoğuda değil İstanbul, Adana, Mersin gibi yan yana yaşanılan şehirlerde “kalkışma”ya teşvik edilmektedir.
35 yıllık terörle mücadele süresince Türk ve Kürt, mahallesinde, okulunda, işinde karşı karşıya gelmemişti; ancak açılımla birlikte artık iki halk arasına kan da girdi. İşte PKK’nın yeniden yapılandırılması budur. İstenen, tam da Muş Bulanık’ta, 2 yurttaşımızın hayatını kaybetmesidir; araya kanın girmesidir.
Nitekim, tarihi fırsat denilen 2009 biterken, açılımdan en çok kazanan Abdullah Öcalan olmuştur; daha doğrusu Öcalan’ı “Mandela” yapmanın koşullarını hazırlayan ABD olmuştur.
Zeminin oluşması için de bir yandan “Kuzey Irak ile Güneydoğu Anadolu’nun bölgesel entegrasyon” çalışmaları sürdürülmektedir. ABD’nin daha Irak’ı işgal etmeden Ankara’ya dayattığı bölgesel entegrasyon artık gazetelerde eski MİT müsteşarlarına söyletilmektedir.
Türkiye, tarihi bir yol ayrımına gelmiştir.
Mehmet Ali Güller
22.12.2009

8 Aralık 2009 Salı

AKP'nin Yol Haritası

AKP’nin son çıkan Bakanlar Kurulu kararı, AKP hükümetinin nasıl iş yürüttüğüne dair çok çarpıcı ve somut bir örnektir.
1 Ocak 2010’dan itibaren yürürlüğe girecek yeni karar şu: Özel hastanelerin, SGK’lı hastalardan alacağı fark yüzde 30’dan yüzde 70’e çıktı!
Daha dün gibi hatırlıyorum kimi “sol” görünüşlü çevrelerin AKP övgüsünü; sosyal devletçiliğin, halkçılığın büyük savunucusu olmuştu Erdoğan ve ekibi…
Medyanın kimi kalemleri anlı şanlı övgüler döktürmüştü AKP’nin sağlık politikasına…
Halk da mecburen inanmıştı bu pembe balonlara, tablolara… Ne de olsa, artık SSK hastanelerinde kuyruk beklemeyecek, diledikleri hastaneye gidebileceklerdi… Hatta hükümet, ABD’deki gibi aile hekimliğini de getirecekti memleketimize; Hollywood filmlerindeki gibi hastalanınca bir bakacaktık ki, doktor yatak odamızda…
Bu pembe balon erken patladı; sağlık sektörünün önemli bileşenlerinden eczacılar kepenk kapattı geçen hafta…
Şimdi de özel hastanelerin alacağı payın yüzde 70’e çıkarılma kararıyla, AKP’nin “sosyal” sağlık politikası duvara toslamıştır!
***
Bu işin bir boyutu; ama esas boyutu AKP’nin yürüttüğü işleri ele alış tarzı…
Örneğin, en başından böyle bir sürece getirileceği ilan edilmiş olsaydı, kim destek verirdi AKP’nin sağlık politikasına? Yeminli yandaşlar ve liberal kesim dışında tek bir destek göremezlerdi… Ancak AKP, sağlık politikasını adım adım, alıştıra alıştıra uyguladı…
7 yıldır da AKP böyle çalışıyor, böyle iş yürütüyor; tabi görene daha doğrusu görmek isteyene…
***
İşte Kürt açılımını da böyle ele aldı AKP.
AKP, aslında Kasım 2002 sabahından beri açılım yapıyor. 2009’un tarihi fırsat olduğunun açıklanması, ABD’nin Ortadoğu politikaları gereğidir ama yeni değildir. ABD, “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını 1986’dan beri dayatıyor…
AKP, alıştıra alıştıra uyguluyor, hazmettire hazmettire uyguluyor…
En başından, örneğin Kasım 2002’de, Habur’dan çadır tiyatrosuyla, devlet erkanı töreniyle PKK’lı karşılasaydı AKP, ne olurdu? Kim kabullenirdi?
Ama ne yaptılar? Adım adım işi bu noktaya getirdiler. “Türkiyelilik” dediler, “ortalama Türk, ılımlı Müslümandır” dediler, “ne mutlu Türküm diyen faşisttir” dediler, “hepimiz Ermeniyiz” dediler, “analar ağlamasın” dediler, bir de baktık ki, Türk olmaya korkar hale gelmişiz!
***
En başından, örneğin Ocak 2003’te, “Ermenistan’ın taleplerini yerine getireceğiz” deselerdi kim evet derdi? Hiç kimse…
Ama alıştıra alıştıra o noktaya da geldik; önce Kilise onardılar, sonra Erivan’a maç izlemeye gittiler, bir de baktık ki, Azeri kardeşlerimizi arkadan vurmuşuz!
***
Ya Kıbrıs? Orada da aynı AKP iş yürütücülüğü yok mu?
Ya Ekonomi? “Bizi etkilemez” dediler, “teğet geçer” dediler, sonlara doğru “teğet dediysek hiç etkilenmezsiniz demedik” dediler, bir de baktık ki dünyanın en çok küçülen ve krizden en çok etkilenen ülke olmuşuz…
Ergenekon’u bile aynı yöntemle tertipledir; Birinci dalga, ikinci dalga, yedinci dalga, onüçüncü dalga, dalga dalga…
***
Aslında aynı yöntemle de iktidara geldiler; “değişebiliriz” dediler, değişiyoruz” dediler, “değiştik” dediler… Hep aynı olduklarını gizleyenlerin de desteğiyle bütün koltuklara kuruldular…
***
Hiçbirini en başından söylemediler; tabi açıktan söylemediler. Yoksa her şey en başından belliydi. Bugün olanların tamamı, Abdullah Gül’ün, AKP’nin ilk başbakanıyken, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la yaptığı ve kendi ifadesine göre “2 sayfa 9 madde” olan “gizli anlaşma”sında mevcuttu…
Mehmet Ali Güller
8 Aralık 2009

7 Aralık 2009 Pazartesi

23 Sentlik Asker

ABD, spekülatör ve “turuncu darbe” foncusu George Soros’un, Sabancı Üniversitesi’nde söylediği “en iyi ihraç malı ordunuzdur” hakaretinden bu yana hayli yol aldı TSK’yı yıpratma konusunda…
Ergenekon tertibiyle iyice köşeye sıkışan TSK artık her konuda suskun; kendisine yöneltilen hakaretlerde bile…
Mehmet Ali Birand da “Türkiye’nin en güçlü pazarlık kartı: TSK” diye başlık atmış bugün ki köşesinde. “Şu anda ABD borsasında en değerli hisse, Türk Silahlı kuvvetleri” demiş Birand ve eklemiş: “Bugün Beyaz Saray’da bir pazarlık yapılacak”
***
ABD borsasının en değerli kağıdı olduğu söylenen TSK’ya ilk defa fiyat biçilmiyor! NATO’ya girebilmek için 4500 askerimizi Kore’ye gönderdiğimizde de fiyat biçmişti Washington Mehmetçiğimize… ABD Dışişleri Bakanı Dulles, “Bir Türk askeri bize 23 cente mal oluyor” demişti. 23 cent çarpı 4500 askerden, 1035 Amerikan doları etmişti 721 şehit ve 2111 gazi!
***
“23 Sentlik Asker” şiirinde şöyle ağzının payını verir Nazım Hikmet ABD Dışişleri Bakanı Dulles’in:
“Dedim ya Mister Dalles,
Herhalde bütün bunları sizden gizledir.
ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşırmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size,
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan, milletim,
her millet gibi büyük Türk milleti.”
***
1986 yılından beri ABD’nin “Üç İsrail” Planına, “Türkiye Himayesinde Kürdistan” Projesi’ne direnen TSK, 2002’den beri büyük bir saldırının altında. TSK’nın, bölgesel planlarını hayata geçirmek isteyen ABD’nin önündeki en büyük engel olması, saldırının hem boyutunu hem biçimini pervasızlaştırdı.
Küreselleşme ile ulusal devlet savaşının en yoğun yaşandığı son 7 yılda, Kemalizm’in tasfiyesi ve ılımlı İslam’ın inşası noktasında epey yol alındı.
ABD açısından bu yoldaki en stratejik hedef TSK’yı bölmekti. Ergenekon tertibiyle bu hedef doğrultusunda da büyük yol alındı. 23 yaşındaki genç teğmenlerin “darbeci” diye “adalete” teslim edilmesi; Amirale suikast planlıyor diye teğmenden albaya tutuklamalar yapılması, emekli komutanların hücrelerde unutulması, her türlü pervasız saldırı karşısında “ille de hukuk” diye diye susulması, Ordu’yu bir ölçüde böldü maalesef…
Bölünmüş Ordu, savaş yeteneğini yitirmiş bir Ordu’dur.
Ve savaş yeteneğini yitirmiş bir Ordu, korumakla mükellef olduğu Vatan’ı da yitirir!

Mehmet Ali Güller
7 Aralık 2009

4 Aralık 2009 Cuma

Obama'nın yenilgi itirafı

ABD Başkanı Barrack Obama, Afganistan’a 30 bin ek asker daha gönderileceğini açıklayarak iki şeyi ilan etmiş oldu.
1.. ABD yenildi
Ek asker gönderileceğini West Point Askeri Akademisi’nde ilan eden “Başkomutan” Obama yeni stratejinin üç hedefi olduğunu belirtti.
Birincisi, El Kaide’nin güvenli barınak olanağına erişmesinin engellenmesi.
İkincisi, Taliban’ın sağladığı ivmenin tersine çevrilmesi ve Afgan hükümetini devirebilme kapasitesine ulaşabilmelerinin önlenmesi.
Üçüncüsü, Afgan güvenlik güçleriyle hükümetinin güçlendirilmesi.
Obama’nın, stratejinin üç hedefi diye sıraladıkları aslında yenilginin en somut itirafıdır! Obama, “yaşanan tüm zorluklara rağmen Afganistan kaybedilmedi” diyerek de Afganistan’ın çoktan kaybedildiğini söylemiş oluyor; ayrıca askerlere, ülkesinin Afganistan’daki varlığının Vietnam’a dönmeyeceğinin sözünü vererek, Amerikalıların yenilgi psikolojisine de ilaç olmaya gayret ediyor.
68 bini Amerikan askeri olmak üzere toplam 110 bin yabancı askerin bulunduğu Afganistan’a, ek 30 bin Amerikan askeri daha göndermek, Washington’u daha da içinden çıkılmaz bir bataklığa mahkum ediyor. Obama verdiği bu kararla, 1945 yılından bu yana tek bir savaş kazanamamış ABD’nin, çöken bir imparatorluk olma sürecini de hızlanırmış oluyor.
2.. ABD politikaları başkandan başkana değişmez
Obama’nın Afganistan açıklaması, dünya barışının geleceğini Obama’da görenleri de bir miktar silkelemiştir. Seçimler boyunca, zenci ve Hüseyin ön isimli bir ABD başkanının savaşları sonlandıracağı, barışa uzanacağı, dünyayı nükleer silahlardan arındıracağı gibi palavralarla kitleler uyutulmuştu. Üstelik Obama Nobel Barış Ödülü’yle taçlandırılmıştı!
Daha bir yılını doldurmadan bu imaj yerle bir oldu!
Obama, Nobel Barış Ödülü’nü alırken, ABS kongresi en büyük savaş bütçesini oyluyordu!
ABD stratejisinin kişiden kişiye değişmeyeceği gerçeği, göremeyenler için artık çok daha net. Büyük Ortadoğu Projesi’ni ABD’nin başına kim gelirse gelsin, uygulamaya çalışmak zorundadır. Çünkü Proje, Bush’un değil, ABD devletinindir!
Obamalı dönem, sadece projede taktiksel değişikliklerin yapılmasının ismidir.
Nitekim Obama, Afganistan-Pakistan eksenini, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ağırlık merkezi ilan etmiştir.
Avrasya hâkimiyetinin yolu üzerinde duran en çıplak gerçek, ABD’nin bu coğrafyaya hakimiyet için planladığı projenin yenilgiyle sonuçlanacağıdır. Ancak ABD, emperyal karakteri gereği, dünya liderliğine koşmayı sürdürecektir. Bu yol, ABD’yi Avrupa ile ittifaka mecbur etmektedir. ABD’nin Avrupasız, müttefiksiz, NATO’suz Avrasya’ya hakim olmasının hayal olduğu, Brzezinski gibi akıl hocaları tarafından da artık kabul ediliyor. (Gerçi tüm bu kuvvetlerle dahi ABD’nin kazanması mümkün değildir)
Irak ve Ortadoğu ABD açısından Atlantik ittifakının sürdürülebileceği bir zemin olamadı. Almanya-Fransa merkezli direniş, NATO’nun Irak savaşına dahil olmasını da engelledi. AB ekonomik ve siyasal geleceğinin, ABD’nin denetiminden çıkmakta olduğunu artık görüyor.
Ancak Afganistan, NATO işgali ve mevcut durumu itibariyle ABD’nin kısmen de olsa AB ile birlikte götürebildiği bir alan. (Afganistan’da ABD’nin 68 bin askeri dışında, 47 ülkenin de 42 bin askeri mevcuttur)
Yenilgiyi gören Brzezinski’nin çizdiği yeni rota, AB’yle hatta Çin’le ile ittifak arayarak, Rusya’yı yalnızlaştırmak üzerine kurulu.
ABD bu nedenle, Irak’tan büyük oranda çekilecek. İkinci bir İsrail devleti işlevi görecek Kukla Devleti’nin ise yaşayabilmesi hayat mamat meselesi. Bu kukla devleti Türkiye’nin himayesine kabul ettirmek ABD açısından son derece önemli bir konu. AKP hükümetinin Kürt açılımının biricik nedeni budur; yani ABD devletinin ulusal çıkarıdır!
Tek kutuplu değil çok kutuplu dünya
Ancak ABD BOP’da ne denli değişikliklere giderse gitsin, kazanma şansı yoktur; Avrasya’ya hakimiyet kurması mümkün değildir. Obama verdiği bu kararla, ABD’nin, çöken bir imparatorluk olma sürecini engelleyemeyecektir.
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından, ABD’nin tek dünya devleti olacağını savunanlar tarihi yanılgı yaşamış ve yenilmişlerdir. Küreselleşme değil bölgeselleşme, tek kutupluluk değil çok kutupluluk galip gelmektedir.
Türk dış politikasını ABD’nin yenilgisiyle sonuçlanacak gelişmelere angaje olmaktan çıkarmak, hayati önemdedir!

Mehmet Ali Güller
4 Aralık 2009