27 Mayıs 2009 Çarşamba

NATO mayınladı, İsrail yerleşecek!

Hükümet, Suriye sınırımızdaki mayınların temizlenmesi için özel bir yasayı TBMM’den geçirmeye uğraşıyor. Tasarıya göre hükümet mayın temizleme işini 5 yılda bitirmesi şartıyla İsrailli bir şirkete vermeyi planlıyor. Üstelik İsrailli şirket 44 yıllığına bölgenin işletim hakkına da sahip olacak. Yani, bölge 49 yıllığına bu İsrailli şirkete devredilecek!
TBMM’de CHP ve MHP’nin tepki gösterdiği, Genelkurmay’ın taraf olmadığını açıkladığı bu girişime ise Türkiye’nin hemen tüm önemli kesimleri; en başta da bölge halkı karşı çıkıyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan ise karşı çıkanları faşistlikle suçluyor.
Tayyip Erdoğan, iktidarının ilk dönemine, Yahudi örgütünden “cesaret ödülü” alarak başladı. 5 yıl boyunca da aldığı bu ödülün hakkını verdi. Ancak Erdoğan, yerel seçimler öncesi iç basıncı normalleştirebilmek için, Davos’ta “posta koyma” görüntüsü yarattı. Kaldı ki, Davos’ta yaşananların bir drama olduğu da kısa sürede ortaya çıktı. Seçim dönemi boyunca Türk milletine “anti-İsrailci” bir görüntü seyrettiren Başbakan, mayınlı arazi konusuyla birlikte yeniden asli rolüne döndü.
Menderes onayladı, ABD-NATO mayınladı
Türkiye, imzaladığı Ottowa sözleşmesi gereği, sınırlarındaki anti-personel mayınları 10 yıl içinde temizlemek zorunda. Türkiye’nin 12 Mart 2003 tarihinde taraf olduğu, 1 Mart 2004’ten itibaren de yürürlüğe soktuğu bu sözleşmeye göre, Ankara yükümlülüğünü 2014 yılına kadar yerine getirmek zorunda. Sözleşme, Türkiye’ye sökülen mayınların da imhası için 4 yıl süre veriyor.
Peki 900 kilometrelik Suriye sınırımızın Hatay-Kilis-Gaziantep-Şanlıurfa-Mardin-Şırnak illerini kapsayan 600 kilometresi boyunca döşenmiş 615 bin adet mayını, kim, ne zaman döşedi?
Tartışma yaratan bu mayınlar, Menderes hükümetinin kararıyla 1955-1959 yılları arasında NATO İkmal ve Bakım Ajansı NAMSA tarafından döşendi! 1952 yılında NATO’ya bağlanan Türkiye’nin sınırları, 3 yıl sonra bizzat NATO tarafından mayınlandı!
Peki hangi gerekçeyle?
Türkiye’nin milli menfaatleri yerine ABD’nin emperyalist çıkarlarının yerine getirilmesinin esas alındığı Menderes döneminde, NATO güneyden gelecek bir saldırı hayali dayattı Ankara’ya! Ve de bunu gerekçe ederek, Türkiye’nin Suriye sınırını mayınladı.
“1946 yılında bağımsızlığını kazanan Suriye’nin 1955 yılında, Türkiye’ye saldırması ne kadar mümkün” sorusu ise etkili ve yetkili kesimlerin kafasında yoktu. Üstelik Suriye, henüz o yıllarda dünyadaki kamplaşmalar gereği Sovyetler Birliği’ne de yakınlaşmamıştı.
Türkiye’nin güney sınırını mayınlayan ABD-NATO, hem Türkiye’nin güney komşularıyla dostluğunu mayınlamış oldu, hem de çok kıymetli bir arazinin 50 yıl boyunca değerlendirilmesini engellemiş oldu. Üstelik resmi olmayan verilere göre bu mayınlı arazilerde Türkiye-Suriye geçişi yapmak isteyen 10 bin kişi hayatını kaybetti, 20 bin kişi de sakat kaldı.
AKP’nin yasa tasarısında neler var?
Öncelikle AKP’nin tasarısı yeni değil. 2005 yılında “kararname” olarak gündeme gelmişti. Danıştay 13. Dairesi de, 2007 yılında ihale şartnamesinin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermişti. Çünkü Danıştay, mayını temizleme işi ile arazinin tarım amaçlı kullanılması işinin aynı ihalede birleştirilmesini hukuka aykırı bulmuştu.
AKP Danıştay’ın kararından sonra bu kez yasa tasarısı olarak konuyu TBMM’ye getirdi.
AKP’nin çıkartmak istediği yasa tasarısında, mayınlı bölge büyüklüğünün 216 bin dekar olduğu belirtiliyor.
Yasa tasarısının 2. maddesinde “ihalenin, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na tabi olmaksızın Maliye Bakanlığı’nca yürütüleceği” belirtiliyor! AKP’nin Kamu İhale Kanunu’nu bugüne kadar tam 7 kez değiştirdiğini hatırlatalım. AKP buna rağmen mayınlı arazi ihalesini kendi budadığı kanundan da kaçırmaktadır!
Yine aynı maddede, bölgedeki taşınmazların da ihaleyi kazanacak yüklenici firmaya bırakılacağı belirtiliyor. Yani AKP Danıştay’ın 2007 yılında aldığı kararı hiçe saymış oluyor!
AKP’nin değil, MGK’nin kararı
Türkiye Suriye sınırındaki mayın temizleme sorununu 2001 yılında gündemine aldı. 29 Mayıs 2001 tarihli Milli Güvenlik Kurulu görüşü gereği, bölgenin tarıma kazandırılması hedeflendi. (Abdullah Öcalan’ın Şam’dan çıkartılması ve 1999 yılı sonrası Suriye ile ilişkiler de bunda belirleyici oldu.)
MGK toplantısından üç ay sonra, ağustos ayında Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargahında, proje ofisi kuruldu. 2001 yılında itibaren Türk Ordusu bu konuda önemli çalışmalar yürüttü.
Ancak Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı sırasında, 2004 yılında Türk Ordusu mayın temizleme işinin çok maliyetli olduğuna karar verdi ve konunun Milli Savunma Bakanlığı üzerinden ihale yöntemiyle çözülmesi noktasında görüş bildirdi. Milli Savunma Bakanlığı da birkaç aylık çalışmadan sonra bütçe sıkıntısı nedeniyle sorunu Maliye Bakanlığı’na devretti!
Ancak TSK’nın sınırlı sayıda da olsa, özel mayın temizleme birlikleri vardır. Ki 1998 yılından itibaren yaklaşık 17 bin adet mayını temizlemiştir. Komisyonlardaki tutanaklardan öğrendiğimize göre de, örneğin Şanlıurfa Akçakale gümrük kapısının açılması öncesinde bölgedeki mayını Elazığ’dan getirtilen askeri birliğimiz başarılı bir şekilde temizlemiştir!
Mayın arama işinin İsrail’e verilmesinin sakıncaları
Tasarının yasalaşması ve ihalenin İsrail’e verilmesi halinde esas olarak Suriye ile ilişkilerimizin bozulması ile su-gıda-petrol ve mülk temelli sorunlarla karşı karşıya kalacağız.
Öncelikle tasarı yasalaştığı taktirde, Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri önemli oranda bozulacaktır. Mayınlı arazinin İsrail’e verilmesiyle, Suriye güneyden sonra kuzeyden de su kıskacına alınmış olacaktır. Suriye’nin Gola Tepeleri, büyük oranda su kaynağı da olduğu için zaten İsrail tarafından işgal altında tutulmaktadır. Bir de kuzeyden, önemli bir su bölgesinin 49 yıllığına İsrail’de olması, Suriye’yi zor durumda bırakacaktır!
Manavgat suyunu pahalı olduğu gerekçesiyle son anda almaktan vazgeçen İsrail, bedava suya kavuşacaktır!
Diğer yandan bölge, İsrail’in dinsel ve ideolojik olarak elinde bulundurmak istediği bir yerdir. İsrail bu amaçla uzun bir süredir bölge üzerinde politikalar üretmektedir. AKP’li belediye döneminde hayata geçirilen Yahudi Urfa Projesi unutulmamalıdır! İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy, mayınlı arazi tartışmaları yaşanırken, geçtiğimiz hafta Şanlıurfa’yı ziyaret etmiş ve şu dikkat çeken cümleyi sarf etmiştir: “Her Yahudi için atalarımızın dedelerimizin geldiği bu topraklara gelmek çok önemli”.
Ayrıca 2004 tarihli ilerleme raporunda yer alan, AB’nin GAP sularının ileri bir tarihte “uluslararası bir su yönetim idaresine” devredilmesi hedefi asla unutulmamalıdır!
Meselenin gıda boyutu da çok önemlidir. ABD’nin dayattığı tarım politikaları neticesinde kendine yol bulan İsrail’in, ülkemizi mahkum ettiği “ikinci üretimi olmayan genleriyle oynanmış tohum” sıkıntısını daha da yaşatacağı aşikardır.
Ayrıca meselenin bir de petrol boyutu vardır. Bölgede Türkiye Petrolleri
Anonim Ortaklığı’ nın (TPAO) açtığı kuyuların 10'undan günde iki bin varil petrol üretilmeye başlanmıştır. Aynı bölgenin karşısında, yani Suriye tarafında ise 560 civarındaki kuyudan günde 450 bin ile 500 bin varil arasında petrol çıkarılmaktadır. TBMM’deki tutanaklara yansıyan bilgilere göre, TPAO yetkilileri yeni açılacak 12 kuyudan yaklaşık 2500 varil petrol daha çıkarılabileceğini belirtmektedirler.
Öte yandan 216 bin dekarlık bir bölgemizin İsrail’e kiralanması salt bir ticaret olarak ele alınamaz. Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs adasını İngilizlere, donanmalarının bakım ve ikmali için geçici olarak kiraladığını unutmamak gerekiyor.
Hani AKP’nin Kürt sorununu çözme açılımı?
Meselenin bölge halkını ilgilendiren boyutu da çok önemlidir.
Tahran’a giderken “2009’da çok önemli gelişmeler olacak” diyen, Bağdat’a giderken ilk defa “Kürdistan” kelimesini telaffuz eden, Prag’a giderken de “Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunudur” diyen AKP’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül elbette ABD’nin planları gereği bu açıklamaları yapıyordu. Keza 2005’te Kürt sorunu benim sorunumdur diyen Tayyip Erdoğan da…
Oysa hem Gül’e, hem de Erdoğan’a, bu meseleyi Türkiye adına çözebilme fırsatı çıkmıştır. Kendilerinden tam programlı bir toprak reformunu elbette beklemiyoruz; feodalizmi yıkacak, ağa topraklarını kamulaştıracak bir çalışmaya sınıfsal konumları gereği elbette girişemezler. Ancak hazineye ait olan bu mayınlı araziyi, 5 yılda temizleyecek firmaya 44 yıllığına kiralamak yerine, bölge halkına dağıtabilmek yetkileri dahilindedir. Kürt sorunu konusunda ciddilerse bu konuda bir adım atmaları yeterlidir!
Mayınlı arazinin 49 bini Mardin’de, 36 bini Hatay’da, 34 bini Kilis’te, 15 bini Gaziantep’te, 55 bini Şanlıurfa’da, 16 bini de Şırnak’tadır. Bu kadar toprağın dağıtılmasıyla bölge halkının hangi oranda rahatlayacağını varın siz hesap edin!
Oysa meselenin bölge halkı yararına çözümünü sağlayacak bu girişim AKP’nin gündeminde olmadığı gibi tasarının ele alındığı tutanaklardan da görüyoruz ki, “bölge partisiyim” diyen DTP’nin de gündeminde değildir!
Sonuç
Tasarı iptal edilmeli, mayınlı arazinin mayından arındırılarak bölge halkına dağıtılması esas alınmalıdır. Mayın temizleme işi Maliye Bakanlığı’nın yetkisinden alınarak Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nca ülke menfaatleri göz önünde bulundurularak çözülmelidir.

Mehmet Ali GÜLLER
27 Mayıs 2009

17 Mayıs 2009 Pazar

Türkiye'ye boru bekçiliği görevi

ABD Devlet Başkanı Barrack Obama’nın Nisan başındaki Türkiye ziyareti sırasında dile getirdiği “model ortaklık” ilişkisinin parametrelerinden biri olan “Enerji güvenliğinin sağlanması ve Hazar petrol ve doğalgazı ile Kuzey Irak petrol ve doğalgazının uluslararası piyasalara ulaştırılması” konusunda önemli bir adım atıldı: Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Anlaşması 25 Haziran’da Ankara’da imzalanacak!
AB’nin bir yıldır bastırdığı ancak Ankara’nın çekinceleri nedeniyle üzerinde mutabık kalınamayan Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Anlaşması, Washignton’un baskısıyla yürürlüğe giriyor. Obama, Türkiye ziyareti sırasında konuyu gündeme getirmişti.
AB: “TÜRKİYE İKNA EDİLDİ”
10 Mayıs 2009 tarihli İngiliz The Guardian gazetesi, anlaşmayı şu ifadelerle duyurdu: “Türk gaz anlaşması Rus boyunduruğunu kırdı”, “Avrupa ve dünya dengelerini değiştirecek proje için Türkiye ikna edildi”.
The Guardian, Türkiye'nin doğu sınırından Avusturya'ya kadar uzanacak, 9 milyar Avro'luk Nabucco hattının Rus şirketi Gazprom'un kontrolü dışındaki gazın Avrupa'ya ulaştırılmasının başlıca rotasının olacağını belirttiği haberinde şu ifadeyi kullandı: “Ancak plan, boruhattı transit anlaşmasına ilişkin olarak AB ile Türkiye arasındaki anlaşmazlık nedeniyle tıkanmıştı. Boru hattının yarısından fazlası Türkiye'den geçecek böylece Türkiye, Avrupa'nın enerji sağlamasında bekçi haline gelecek”
Görüşmeleri bir yıldır süren Nabucco projesi için Türkiye hem vergi almayı hem de geçen doğalgazı yüzde 15 indirimli almayı talep ediyordu. Ancak Guardian’a konuşan bir AB yetkilisine göre Ankara bu taleplerden vazgeçmiş: AB yetkilisi “Türkler isteklerimizi kabul etti. Herhangi bir koşul yok” dedi.
GÜL, AB’YE GÜVENCE VERDİ
The Guardian tıkanıklığın, Abdullah Gül’ün katıldığı Prag Zirvesi’nde aşıldığını belirtti. Gazeteye konuşan bir AB yetkilisine göre Abdullah Gül, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'ya anlaşmanın birkaç hafta içinde imzalanacağı güvencesini verdi.
Anlaşmanın dünya dengelerini değiştireceğini yazan The Guardian, projenin önemini şu rakamlara dayandırıyor: “Avrupa, yıllık doğalgaz ihtiyacının 3'te birini, yani yaklaşık 140 milyar metreküpünü Rusya'dan ithal ederek karşılıyor. Güney koridoru olarak anılan Nabucco ve 2 ayrı doğalgaz boru hattı projesi, 2020 yılında Rusya'yı by-pass ederek yılda 60 milyar metreküp doğalgaz pompalayacak”.
ABD, AB’NİN ELİNİ RAHATLATACAK
Peki AB’yi rahatlatacak bir anlaşma için ABD neden devreye girdi ve Ankara’ya neden dayatmada bulundu?
Bu sorunun yanıtı, ABD’nin Avrasya hesabında ve inşa etmeye başladığı Yeni Nato’da gizli.
ABD’nin dünyaya hakimiyet için çizdiği rota özetle şöyle: Rusya ve Çin’i kuşatmak ve bölgeye uzanmak için AB ile geleneksel transatlantik ilişkilerin yeniden kurulması, Avrasya’ya kilit görevi gören Türkiye’nin model ortaklık ile kazanılması ve Rusya’yla çatışma konularında ısrar edilmemesi-beklenmesi-devreye başka ilişkiler sürülmesi.
ABD, AB ile geleneksel transatlantik ilişkileri kurmak için öncelikle AB’nin Rusya’ya bağımlı hale gelen enerji meselesinde Almanya’nın elini rahatlatmayı düşünüyor. Gül’ün Ermenistan açılımı ile başlayan süreç ve Azerbaycan’ın “ikna” edilmesi, Nabucco Projesi’ni de anlaşma noktasına getirmiştir!
KUZEY IRAK PETROLLERİNİN GEÇİŞİNE ONAY
Öte yandan Ankara, Kuzey Irak petrollerinin Türkiye üzerinden geçişine de onay vermiş gözüküyor. ABD’nin bastırmasıyla, bu konuda da Washington-Ankara-Erbil hattında mutabakat sağlandığı belirtiliyor.
Kuzey Irak Petrol ve Tabii Kaynaklar Bakanı Aşiti Heyrami, haftasonu yaptığı açıklamada, Türkiye üzerinden ham petrol ihracatını Haziran ayında başlatacaklarını açıkladı!
10 Mayıs tarihli Wall Street Journal gazetesine konuşan Irak Petrol Bakanlığı sözcüsü Asım Cihat ise, “Irak Hükümeti petrol borularının (Kuzey Irak) Bölge Hükümetinin Petrol ihracatı için kullanmasına izin vermemiştir” dedi.
Gül’ün “2009’da Kürt meselesinde önemli şeyler olacak” demesi, “Kürdistan” nitelemesi, Hasan Cemal üzerinden yürütülen “diplomasi”, “PKK’nın tasfiyesi karşılığında Barzani yönetimini tanıma” girişimleri, Kuzey Irak petrollerinin batıya taşınma projesini de anlaşma noktasına getirmiştir!




Mehmet Ali Güller


Aydınlık Dergisi


Sayı: 1139


17 Mayıs 2009

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Gül, Rasmussen’e neden “evet” demiş?!

Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı hiçe sayarak neden Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne “evet” dediğini açıklamış!
Bu açıklamayı Türk basını yerine New York Times yazarı Roger Cohen’e yapan Gül şöyle diyor: “Obama’nın ilk Avrupa seyahatinde başarılı olmasını istedik. Başarısız olması birçok şeyi gölgeleyecekti. Bu nedenle Rasmussen’i kabul ettik”.
New York Times’tan öğrendiğimize göre Obama Gül’e, “Rasmussen İslam dünyasıyla çok yakın bir diyalog kuracak, aynı zamanda hareketlerinde çok dikkatli olacak” garantisi vermiş.
Hatırlayalım:
NATO Genel Sekreterliği seçimi öncesi Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatıyla kırmızı bir çizgi çekmiş ve Rasmussen’in adaylığını veto edeceklerini açıklamıştı. Abdullah Gül ise Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatıyla, bu kırmızı çizgiyi yok saymış, deyim yerindeyse Erdoğan’ı dünyanın gözü önünde hiçe sayarak, Rasmussen’e evet demişti.
Türkiye bir yandan Başbakanı ve Cumhurbaşkanı’nın ikili yönetim sergilemesiyle dünyaya kötü bir görüntü vermiş, bir yandan da “at pazarlığı”yla yine gündem konusu olmuştu.
Pazarlığa göre; Rasmussen “evet” karşılığında İslam dünyasından özür dileyecek, kendisine bir Türk yardımcısı seçecek ve NATO’nun Afganistan Özel Temsilcisi de Türk olacaktı!
Ancak eski Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen, özür dilemek şöyle dursun, İslam dünyasını ayağa kaldıran karikatürleri ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirdi. Medeniyetler İttifakı 2. Forumu kapsamında İstanbul’da konuşan Rasmussen, attığı bu golle yetinmedi. Rasmussen, kendisine Türk yardımcı yerine de, Danimarka’nın eski Ankara Büyükelçisi’ni seçti!
Öte yandan pazarlığın üçüncü konusu olan “NATO’nun Afganistan Özel Temsilcisi”nin Türk olması da alınan bir taviz değil! Operasyonel asker göndermeye direnen Türk Devleti’nin iradesini kırmak için daha önce Hikmet Çetin zaten NATO’nun Afganistan Özel Temsilcisi seçilmişti. Yani Rasmussen’e “evet”in karşılığında önerilen 3. teklif bir kazanım değil, tam tersine Türk Devleti’ni “Yeni NATO” siyasetine mahkum etmenin aracıdır.
Dönelim Gül’ün Rasmussen’e neden “evet” dediğiyle ilgili açıklamasına:
“Obama’nın ilk Avrupa seyahatinde başarılı olmasını istedik. Başarısız olması birçok şeyi gölgeleyecekti. Bu nedenle Rasmussen’i kabul ettik”
Bu mudur Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika ölçütü?
ABD Devlet Başkanı’nın başarısına göre mi tayin ediyoruz dış politikamızı?
60 yıllık Küçük Amerika sürecinin geldiği boyut, Obama’nın başarılı olması için politika belirlemeye kadar düşmüş müdür?
Abdulah Gül 2004’te Powell ile imzaladığı “2 sayfalık 9 maddelik” gizli anlaşmasını Cumhurbaşkanı sıfatıyla –daha büyük yetkiyle- sürdürmektedir.
Gül’ün Irak’ın kuzeyine “Kürdistan” demesi, Erivan’a maç izlemeye gitmesiyle başlattığı Ermenistan’la “ABD’nin normalleşme planı”nı uygulaması aynı anlaşmanın maddelerindendir.
Türk devleti büyük güvenlik problemleriyle karşı karşıyadır!

Mehmet Ali Güller
4 Mayıs 2009