27 Eylül 2009 Pazar

Ortadoğu Birliği mi, Batı Asya Topluluğu mu?

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Irak ve Suriye ile önemli anlaşmalara imza attı. Örneğin Suriye ile vizelerin karşılıklı kaldırılmasından, “ortak kabine” üzerinde mutabakata varılmasına kadar uzanan gelişmeler yaşandı. Davutoğlu’nun formüle ettiği bir “Ortadoğu Birliği”nin altyapısı oluşturuldu: “Türkiye-Irak-Suriye arasında gerçekleşmeye başlayan bu işbirliğine, Avrupa Birliği’ni kuran anlaşmalar gibi bir anlaşma oluşur diye bakılırsa, o zaman geleceğimiz parlak olur. Ortadoğu bölgesini birlikte inşa etme sorunuyla karşı karşıyayız” (Hürriyet, 18 Eylül 2009)
Öte yandan DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk de, Erbil’den, “Bölgesel Yönetimin Parlamentosu”ndan AKP’ye destek çıktı: “Avrupa Birliği bir birliktir. Neden Ortadoğu halkları arasında da bir birlik oluşmasın ve birbirlerini tanımasınlar”. (Hürriyet, 18 Eylül 2009)
AKP ve DTP’nin “Ortadoğu Birliği” önerisinden önce ise İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in “Batı Asya Topluluğu” önerisi vardı. (Aydınlık, 6 Eylül 2009, Sayı:1155)
Her iki öneri arasında ise çok temel farklar bulunmaktadır. Sıralarsak:
1. İran açısından;
AKP ve DTP’nin “Ortadoğu Birliği” önerisi, somut anlamda bölgeden İran’ı dışlamak içindir. Türkiye üzerinden Suriye, İran’a karşı tarafsızlaştırılmaya hatta tam karşısına alınmaya çalışılmaktadır.
Perinçek’in “Batı Asya Topluluğu” önerisi ise tam tersine İran’ı da içine alan bir birliktir: “Türkiye, Suriye, İran ve Azerbaycan; ekonomiden güvenliğe uzanan bir kurumlaşmaya gitmek durumundalar. KKTC, Türkiye ile bütünleşerek bu beraberliğin içinde olacaktır.”
AKP ve DTP’nin “Ortadoğu Birliği” önerisi, Türkiye’yi bölgesel bir güç olan İran’la karşı karşıya getirirken, Perinçek’in “Batı Asya Topluluğu” içinde yan yana getirmektedir.
2. Araplar açısından;
“Ortadoğu Birliği” önerisi, İran’a karşı şekillendiği için, Araplar arasında ayrılık yaratacaktır.
“Batı Asya Topluluğu” ise hem Arapları birleştirir; hem de Türkiye’yi Araplarla birleştirir.
3. Kürtler açısından;
AKP ve DTP’nin “Ortadoğu Birliği” önerisi, Kürtler açısından bölgesel felaketlere yol açacak niteliktedir.
DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Erbil’den “Ortadoğu Birliği”ne destek verdiği konuşmasında, “4 parça Kürdistan’da Kürtler zorluk içinde ve baskı görüyor” iddiasında bulundu ve Kürtler açısından çözümü “Ortadoğu Birliği”nde gördüğünü söyledi. (Hürriyet, 18 Eylül 2009)
Aynı sıkıntılı bakış açısı Davutoğlu’nda da var. Ortadoğu Birliği ile “yepyeni bir ortaklık modeli” hayata geçireceklerini savunan Davutoğlu, “sınır boylarımızda iki kardeş halk geleceklerini birlikte şekillendireceklerdir” dedi. (Hürriyet, 18 Eylül 2009)
“Ortadoğu Birliği”, 4 parçadaki yani Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki Kürtlerin kendi aralarındaki bir entegrasyonu hedefliyor. Ki bu durum en başta Kürtleri felakete götürecektir.
Perinçek’in “Batı Asya Topluluğu” ise, “Türkiye’yi yalnız kendi Kürdüyle değil, bölgenin bütün Kürtleriyle birleştirmeyi” hedefliyor.
4. Türkler ve Türkiye açısından;
İran’ı dışlayan hatta İran’a karşı konumlanan “Ortadoğu Birliği”, İran’da yaşayan Azerileri hatta Azerbaycan’ı da karşısına alacaktır.
“Batı Asya Topluluğu” ise “Türkiye’yi Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın ve Azerbaycan’ın Türkleriyle birleştirir.”
Yüzde 84’ü ABD karşıtı olan Türkiye’de, bu proje ile değil “Ortadoğu Birliği”, Türkiye Birliği bile kurulamaz! “Ortadoğu Birliği”nin üst projesi olan BOP, zaten Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e ve Türk’ü Türk’e düşman etmektedir.
“Batı Asya Topluluğu” ise yıllardır atılan ayrılık tohumlarını ortadan kaldırır; Türkiye’yi birleştirir!
5. ABD açısından;
“Ortadoğu Birliği” yapı ve hedef itibariyle ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisindedir. “Batı Asya Topluluğu” ise ABD’ye karşı, bölge merkezlidir.
“Ortadoğu Birliği” ile Büyük Ortadoğu Projesi ABD lehine ilerler. Bölge halkları, Ortadoğu halkları birbirine düşer.
“Batı Asya Topluluğu” ise tam tersine, hem bölge halklarını ABD’ye karşı birleştirir; hem de “Washington’u caydırır ve ABD’yi çılgın maceraların getireceği felaketlerden kurtarır”.
6. Dünya açısından;
“Ortadoğu Birliği” ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde olduğundan, (son tahlilde gerçekleşemeyecekse de) “Tek Kutuplu Dünya”ya hizmet edecektir.
“Batı Asya Topluluğu” ise, emperyalizme karşı ulusal devletleri savunduğundan, “Çok Kutuplu Dünya”ya hizmet edecektir. Orta ve Doğu Asya’da Şangay İşbirliği Örgütü, Güney Amerika’da ALBA gibi bölgemizde de “Batı Asya Topluluğu” ABD’nin karşısında yeni bir odak, yeni bir kutup olacaktır. Bölgesel odakların sayısı ve gücü, AB’yi, ABD karşısında daha da tarafsızlaştıracaktır.
Sonuç olarak;
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin alt başlığı olan “Ortadoğu Birliği”, “Diyarbakır’ı merkez” yapar! Türkiye’yi daha da ayrıştırır! Ulusal Devleti yıkar!
“Batı Asya Topluluğu” ise Türkiye’yi birleştirir! Ulusal Devleti yaşatır, ayakta tutar!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık
27 Eylül 2009

24 Eylül 2009 Perşembe

Obama’nın yenilgi itirafı


ABD Başkanı Barack Obama, 64. BM Genel Kurulu’nda, dünya liderlerine hitaben yaptığı konuşmada ülkesinin bundan sonra tek taraflı hareket etmeyeceği sözünü verdi. Obama, “karşılıklı çıkarlar ve saygı üzerine kurulu yeni bir çok taraflı işbirliği” çağrısı yaptı.
Obama’nın konuşması, “ABD bundan sonra kararlarını tek başına alamayacak” şeklinde okundu. Obama, yeni bir dünya düzeni için dört ilkenin izleneceğini açıkladı: Nükleer silahsızlanma, barış ve güvenliğe teşvik, gezegenin korunması, herkese fırsat sunan küresel ekonomi.
Aslında Obama’nın konuşması, ABD açısından bir yenilginin de itirafıdır. 2001 sonrasında, geleneksel transatlantik ittifakı bile hiçe sayarak tek başına kararlar alan ABD, bundan böyle tek taraflı hareket etmeyeceğini ilan ederek, kaybettiğini itiraf etti!
İşte ABD’nin kaybettiği 12 cephe:
1. ABD açısından sonun başlangıcı, Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesidir. Washington, stratejik planlamaları açısından kritik öneme sahip olan Kafkasya’da, Moskova’ya yanıt veremeyerek kaybetti.
2. Üstelik Washington, planlamaları açısından büyük önem taşıyan Karadeniz’e de giremedi.
3. Keza, İran’ı değil de aslında Putin’in Rusya’sını hedef alan Doğu Avrupa Füze Kalkanı’ndan vazgeçen Washington, burada da kaybetti.
4. Irak’ta 2003’te zafer ilan eden ABD, 2009’da tam bir yenilgi yaşadı! ABD’nin bölgesel başarısı, Irak’ta kuracağı kukla devlete bağlı. Washington, geri çekilirken kukla devletini Türkiye’ye himaye ettirmeye dönük bir planlama içinde.
5. Irak’ta kaybeden ABD, 2003 yılında tehditler yağdırdığı Suriye’ye de artık ses çıkaramıyor.
6. Irak’tan hemen sonra İran’a saldıracağına kesin gözüyle bakılan ABD, aradan geçen 6 yıl sonunda, Tahran’la yarı resmi kanallar üzerinden diplomatik temaslara bile geçti.
7. Washington’un şer ekseni içinde ilan ettiği Kuzey Kore çoktan unutuldu bile.
8. Şangay İşbirliği Örgütü, ABD karşısında daha da güçlü mevzilendi. Ötesinde Rusya ve Çin ortak askeri tatbikat yaptı!
9. Tayvan konusunu artık gündeme bile alamayan ABD, Sincian’da başarısız bir kalkışmaya imza attı. Ekonomik olarak Çin’le arasındaki makas hızla daralan ABD, Çin’in Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya, Afrika’dan Avrupa’ya uzanan büyük yatırımlarını seyretmekle yetindi.
10. ABD Afganistan’da tam bir bataklığa saplandı! Kabil’den çıkamayan ABD, istediği oranda muharip destek gücü de bulamıyor. Üstelik kayıplar veren ülkeler, geri çekilmeyi tartışıyor.
11. ABD’nin yıllardır arka bahçesi olan Latin Amerika, teker teker Bolivarcı iktidarlara sahne oldu.
12. Washington Sarkozyli Fransa’ya rağmen, AB’nin desteğini alamadı. Almanya direnmeyi sürdürdü. Merkel, Putin’i en çok ziyaret eden lider olmayı sürdürdü!
ABD, bu yenilgileri telafi etmenin yollarını arıyor. Ekonomik olarak da kötü durumda olan ABD, öncelikle geleneksel transatlantik ilişkileri onarmayı önüne hedef koyuyor. Büyük Ortadoğu Projesi’nin kritik noktasını da “Irak’ın kuzeyi” oluşturuyor. Tüm bu gelişmeler, ABD’nin artık öncelikli hedefinin Türkiye olduğuna işaret ediyor.
Mehmet Ali Güller
Odatv.com
24 Eylül 2009

20 Eylül 2009 Pazar

Erdoğan, Erbil’e konsolosluk yerine başkonsolosluk açacak!


Başbakan Erdoğan, Erbil’e başkonsolosluk açacaklarını ilan etti. Başbakan’ın ilanı birkaç nedenle büyük önem taşıyor.
Öncelikle, herkes Erbil’e “konsolosluk” açarken, bir tek AKP hükümeti “başkonsolosluk” açıyor. Bunun özel bir anlamı var!
Cumhurbaşkanı Gül’ün “Kürdistan”ı ilk defa telaffuz etmesinin üzerinden geçen bu 6 ay içinde, Ankara adım adım ABD’nin “Kukla Devlet”ini tanımayı sürdürdü. Barzani’ye “devlet” başkanı sıfatı verildi; “bölge hükümeti” ile resmi görüşmeler yapıldı! Bir yandan da “Kürt açılımı” yapılarak, ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı için içeride taşlar döşendi.
Bu arada Başbakan’ın “başkonsolosluk” ilanının yeni olmadığının da altını çizelim. Başbakan Erdoğan, iktidarı öncesinde Atlantik ötesinden tasarlanan bir sürecin aşamalarını adım adım uygulamakla mükellef! (Ki eşbaşkanı olduğunu övgüyle dile getirdiği BOP, bunu gerektiriyor)
Örneğin, Ankara’nın Erbil’e “baş” konsolosluk açacağı aslında 7 yıl önce saptandı; geçen yıl da tebliğ edildi:
Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi, Bağdat Büyükelçimiz Derya Kanbay’ı 17 Mart 2008 günü makamında kabul eder ve Türkiye’nin Basra ve Erbil’de konsolosluk açmak istemesinden büyük memnuniyet duyduklarını söyler! (19 Mart 2008 günlü gazeteler)
Ki bu beyanın iki hafta öncesinde Talabani, Irak Cumhurbaşkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Gül’ü ziyaret etmiş ve plan yürürlülüğe konmuştu!
Öte yandan Başbakan Erdoğan’ın Erbil’e “baş”konsolosluk açma ilanlı konuşmasında, “Kuzey Irak yönetimiyle de irtibatlarımızı çok farklı bir şekilde geliştireceğiz” dediğinin altını özellikle çizelim ve 5 yıl öncesine dönelim:
“ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Diyarbakır’ı bir merkez yapacağız” (15 Şubat 2004, Kanal D, Teke Tek)
Erbil’e “baş”konsolosluk açacağını ilan eden Başbakan Erdoğan, eşbaşkanı da olduğu ABD’nin Büyük Ortadoğu Planı içerisinde Diyarbakır’ı acaba nereye merkez yapacak?

Mehmet Ali Güller
20 Eylül 2009

15 Eylül 2009 Salı

ABD’li komutan: “Kürdistan kurulduğunda önce Türkiye tanıyacak”


ABD’nin resmi devlet politikasının Türkiye’yi parçalamak olduğuna bazıları bir türlü inanmaz.
Önlerine ABD’nin resmi kurumlarında yayımlanan “bölünmüş” Türkiye haritası koyarsınız; “bir albayın şahsi işi” derler…
Pentagon’a, CIA’ya, Dışişleri’ne bağlı kurumların raporlarını gösterirsiniz; “üniversite hocalarının kişisel fikir jimnastikleri” derler…
Büyükelçileri, konsolosları, ajanları bölgede cirit atar, teröristlerle görüşür; durumu “diplomatın görev alanı” içinde sayarlar…
Çekiç Güç helikopterlerle PKK’ya mühimmat dağıtır; ABD Büyükelçiliği’nden önce çıkıp “yanlışlık oldu” diye açıklama yaparlar…
Jandarma Genel Komutanımızı öldürürler; “buzlanma” diyip çıkarlar işin içinden…
ABD, 11 subayımıza çuval geçirir; “ne işimiz vardı zaten orada” deyip TSK’ya saldırırlar…
82 bin askerini Güneydoğu sınırımız boyunca yerleştirmek ister Pentagon; “Musul’a gireceğiz” havucunu millete yedirmeye çalışırlar…
Washington “stratejik hedefi gereği” kukla devletini Türkiye’ye himaye ettirmeye çalışır; “PKK tasfiye olacak” diye milleti kandırmaya çalışırlar…
ABD Başkanı TBMM’den talimat verir “Kürt, Ermeni ve Kıbrıs meselesini çözün” diye; ağlayarak ayakta alkışlarlar…
ABD’li bir albay Güneri Cıvaoğlu’na sınırlarımızı da içine alan Kürdistan kuracaklarını söyler birinci Körfez Savaşı’nda; “herhangi bir albaydır” netice itibariyle…
60 yıllık NATO ilişkisinden kaynaklanır bu durum. Daha doğrusu Gladyo – SüperNATO görevlendirmesinden…
Onları değil ama onların etki alanı içinde yer alan geniş kitleler için bir kanıt daha sergileyelim.
Em. Mu. Kur. Kd. Albay Nazmi Çora: 1994-1995 yıllarında Irak’ın kuzeyinde Askeri Koordinasyon Merkezi Türk Komutanlığı yaptı. Yani Çekiç Güç Eş Komutanlığı.
Albay Çora’ya göre, ABD Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurmak için çalıştı. Ve hatta Albay Çora’ya göre ABD’nin Irak’a müdahalesinin temel nedenlerinden biri de bu. Albay Çora iki yıllık Çekiç Güç komutanlığı boyunca bunu kanıtlayacak onlarca olayla karşılaşmış.
Örneğin:
ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Downing Zaho’ya geldiğinden Albay Çora şöyle der: “ Türkiye ve ABD senelerdir müttefik ülkeler, buna rağmen Kürdistan’ı kurmaya çalışıyorsunuz. Türk halkının tepkisi ile dostluğunuzun bozulacağından korkmuyor musunuz?”
ABD Özel Kuvvetler Komutanı şöyle yanıtlar Albay Çora’yı: “Merak etme, biz her şeyi planladık. 2007 senesinde Kürdistan kurulduğunda önce Türkiye tanıyacak!”
İktidarın zaman sıkışıklığı acaba bu plandan mı kaynaklanıyor?
Albay Çora, ABD’nin Türkiye’yi parçalamak ve Kürdistan’ı kurmak istediğini pek çok başka örnekle de belgeliyor. Merak edenler, Çora’nın, Toplumsal Dönüşüm Yayınları’ndan çıkan “Tarihimizdeki Kara Leke – Çekiç Güç” kitabını mutlaka okusun.
Yeri gelmişken, “Kürdistan”a en büyük katkıyı da Çekiç Güç’le Türkiye’nin verdiğini anımsatalım. Birinci Körfez Savaşı’ndan hemen sonra ABD, 30. ve 36.paralellerin arasını Saddam’a yasakladığında sevinen dışpolitika yapıcılarımız, umarız bugün bu alanın aslında “Kürdistan” olduğunu geç de olsa anlamışlardır…

Mehmet Ali Güller
15 Eyül 2009

12 Eylül 2009 Cumartesi

Fethullah’tan ABD Postalı’na selam!

Ergenekon tertibi üzerinden Türk Silahlı Kuvvetlerine en çok saldıranların başında Fethullah Gülen ve cemaati gelir.
ABD adına saldırılan cemaat uzun yıllardır TSK’ya sızmaya çalışmaktadır. Ancak Genelkurmay, Yüksek Askeri Şura yollarıyla bu saldırılara yanıt vermektedir.
AKP ile koalisyon halinde TSK’ya yüklenen cemaat, şimdilerde “demokrasicilik” oynamaktadır.
Aksiyon’da, Zaman’da, Samanyolu’nda en çok işledikleri tema “demokrasi”dir!
Ergenekon tertibiyle, Genelkurmay’a saldıran, sözde “darbe karşıtı” yayınlar yoluyla TSK’yı yıpratmaya çalışan cemaat, aslında darbecinin daniskasıdır!
İşte ispatı:
Bugün 12 Eylül! ABD’nin “bizim oğlanlar yaptı” dediği darbenin yıldönümü.
12 Eylül solun üzerinden buldozer gibi geçti ve ekonomide serbest piyasacılığı, ideolojide Türk-İslam sentezini Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne koydu. Atatürk’ün 6 oku teker teker kırıldı!
ABD’nin Türkiye’yi yeni döneme göre biçimlendirmek için yaptırdığı darbe, bugün “demokrasicilik” oynayan, sözde “darbe karşıtı” görünerek Ergenekon tertibiyle TSK’ya saldıranlarca ayakta alkışlanmıştı.
Darbeyi en çok alkışlayanların başında da Fethullah Gülen ve cemaati gelmekteydi.
Gülen’in başyazarlığını yaptığı Sızıntı dergisi, 12 Eylül 1980’den sonraki ilk sayısında, darbeye alkış tutmaktadır.
Gülen “Son Karakol” başlıklı yazısına şu cümleyle başlamıştır: “Karakol, sükunet’in, huzur’un ve emniyetin remzidir. Orada düzen, orada huzur ve onda gözlerin uyanık oluşu, umumi emniyet ve muvazenenin en büyük teminatıdır. Orada kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felakettir.” (Sızıntı, Ekim 1980, sayı:21)
Gülen, yazışını şu sözlerle bitirmiştir: “Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.”
Gülen’in imdadına yetişen aslında Mehmetçik değildir; ABD postalıdır!
Gülen ABD postalına selam durmuştur. Tıpkı yıllar sonra ABD’ye sığınacağı, CIA korumasında yaşayacağı gibi…

Mehmet Ali Güller
12 Eylül 2009

6 Eylül 2009 Pazar

Davutoğlu'na göre Türkiye: "ABD'nin maliyetlerini düşürecek, riskini azaltacak ittifak"

Davutoğlu’nun 2001 yılında çıkan “Startejik Derinlik” isimli kitabında yaptığı Türkiye-Orta Asya ilişkileri analizleri de ABD’nin politikalarıyla uyum içindedir. Davutoğlu’nun çizdiği strateji, Eski ABD Başkanı Clinton’un Türkiye’yi “Avrasya’ya açılan anahtar” şeklindeki nitelendirmesine uygundur.
Davutoğlu, “Avrasya Güç Denkleminde Orta Asya Politikası” başlıklı bölümde, öncelikle Avrasya’nın ABD için önemini analiz etmektedir:
“Avrasya’dan kopuk bir strateji ABD’yi küresel bir güç olmaktan uzaklaştırırken, her alanda müdahil olmak son derece maliyetli ve riski yüksek bir jandarma rolünü beraber getirecektir. Bu iki uç arasında, riski azaltan ve stratejik etkinliği artıran optimum çözüm arayışı ABD yetkililerini Avrasya dengelerinin nabzını tutabilen bir diplomasi geliştirmeye ve jeopolitik geçiş alanlarında doğrudan ya da ittifaklar aracılığıyla sürdürülecek kontrol mekanizmaları kurmaya yöneltmektedir.”(Sayfa 471)
Davutoğlu, ilerleyen sayfalarda, ABD’nin maliyetlerini düşürecek, riskini azaltacak ittifakını açıklayacaktır:
“Bu gereklilik Türkiye gibi jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik açıdan güçlü ve derinlikli Avrasya bağlantısına sahip bölge güçlerine ABD açısından önemli stratejik aktörler konumu kazandırmaktadır.” (Sayfa 472)
ABD’nin Türkiye’yi Avrasya dengelerinde önemli bir bölgesel stratejik partner olarak görmesi ve bu doğrultudaki senaryoların yaygın bir şekilde kullanılması, yeni konjonktürde Asya dengelerine küresel bir aktörün desteğini alarak girme temayülü içindeki Türkiye’de de genellikle uygun bir stratejik seçenek olarak görülmüştür.” (Sayfa 493)
“… Türkiye ise özellikle başta ABD olmak üzere uluslararası sistemik güçlerin desteğini alarak bölgeye nüfuz etmeye yönelen stratejiler geliştirdiler.” (Sayfa 496)
“Orta Asya Türkiye’nin derinlemesine bir Asya stratejisi oluşturmasının anahtarı konumundadır. Türkiye bir yandan ABD ve AB gibi Asya dışı ülkelerle girdiği ilişkileri Asya içinde kullanabilme becerisini göstermek, diğer yandan Asya-içi dengelerdeki değişmeleri sürekli takip ederek bu bölgede bir blok karşısında yalnız kalmayacak aktif bir diplomasi takip etmek zorundadır.”


Davutoğlu Türkiye açısından BOP'u çiziyor:
“Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak bütünlüğü”

Davutoğlu’nun Kafkaslar analizi de ABD analizleriyle örtüşmektedir. Kafkaslardan Kuzey Irak’a uzanan bir stratejik hat çizen Davutoğlu, “bütünleşme”den bahsetmektedir. ABD de Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde “Büyük İsrail, Kürdistan ve Büyük Ermenistan”la aynı hattı çiziyor! İşte Davutoğlu’nun Türkiye’yi komşularla düşman edecekyaklaşımları:
“Unutulmamalıdır ki, Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Körfez-Doğu Akdeniz hattını kapsayan Kuzey Ortadoğu jeopolitik olarak; Azeri petrolü, Doğu Anadolu’nun su kaynakları ve Kuzey Irak petrolleri de jeoekonomik olarak bir bütünlük arzetmektedirler.” (Sayfa 128)
“Soğuk Savaş döneminin küresel kutuplaşmalarından kaynaklanan bölgesel suni ayrım çizgileri etkisini kaybettikçe Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak arasındaki stratejik bağımlılık giderek artmış ve bu bölgeler üzerindeki stratejik çatışmanın yoğunlaşmasına yol açmıştır. Zengin petrol alanlarını barındıran Bakü ve Kuzey Irak/Körfez petrol alanları ve bu iki alan arasında kalan Ortadoğu’nun can damarları olan su bölgelerinin oluşturduğu GAP ekonomik alanı ekonomi-politik stratejisinin birbirine kaçınılmaz olarak bağımlı kıldığı bölgelerdir. Yakın bir gelecekte bu bölgeleri birbirinden herhangi bir şekilde ayrı düşünmek mümkün olamayacaktır. Jeoekonomik açıdan Irak petrol boru hattı, Bakü petrol boru hattı ve GAP projesi, gelecekleri bir diğerinin başarısına bağlı projelerdir.” (Sayfa 128-129)
Görüldüğü gibi “Kürt açılımı”nın da, “Ermeni açılımı”nın da esbabı mucizesi ABD’nin bölgesel hesaplarıdır! AKP’nin sırasıyla gündeme getirdiği Kürt ve Ermeni açılımları işte bu perspektiften okunduğunda anlam kazanıyor ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde yer buluyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık
6 Eylül 2009

Davutoğlu 2001’de Yazdı: “Kuzey Irak, Türkiye’yle bütünleşmeli”

“Kürt açılımı” projesinin “yerli mi, yabancı mı” olduğu tartışmaları, AKP’yi mahkemelik yaptı. “Kürt açılımı” projesinin ABD projesi olduğu ve Gül’ün mesajıyla değil, çok öncesinden başladığına ilişkin pek çok kanıt mevcut.
İşte bunlardan biri de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2001 yılında yazdığı “Stratejik Derinlik” kitabıdır.
Dış politikamızın hangi görüşlere emanet edildiğini görmek bakımından da önem arzeden kitabın ilgili bölümünün başlığı “Küresel ve Bölgesel Dengeler Açısından Kürt Meselesi, Kuzey Irak ve Türkiye”
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 17 sayfalık bölümünde özetle ve döne döne tek şeyi savunuyor. Davutoğlu’na göre, Irak’ın kuzeyi, Türkiye’ye bağlanmalı!
“Kuzey Irak, Türkiye’yle bütünleşecek”!
Davutoğlu, makalesinin girişinde Kuzey Irak’ın önemini analiz ettikten hemen sonra, şu tarihi! saptamayı yapıyor:
“Geçiş bölgesi açısından bu derece önemli bir konuma sahip olan bu coğrafyanın bir iç jeopolitik bütünlük oluşturamamasının en önemli sebebi doğrudan bir deniz bağlantısının olmayışıdır. Bu da bu coğrafyanın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesi ile bütünleşmesini kaçınılmaz kılmaktadır.” (Sayfa 438)
Yani, Bakan Davutoğlu, ABD’nin uzun yıllardır Türkiye’ye dayattığı ancak TSK’ya kabul ettiremediği “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını dile getiriyor. Ve ekliyor:
“Küresel ölçekli büyük bir gücün güvenlik garantisi bile bu coğrafyanın bağımsız bir jeopolitik alan oluşturması için yeterli olamaz” (Sayfa 438)
Yani Bakan Davutoğlu, “ABD’nin garantisi bile Kürdistan’ın bağımsızlığını güvenceye alamaz” diyor. Ve sürdürüyor:
“Bunun farkında olan büyük güçler de bölgesel güçler ile olan ilişkilerinde bu olguyu önemli bir parametre olarak gündemde tutmaktadır.” (Sayfa 438)
Yani Bakan Davutoğlu’na göre ABD, Türkiye ile ilişkisinde bu durumu göz önünde bulundurmaktadır.
“Irak’ın parçalanması kaçınılmaz”!
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, daha ABD’nin Irak işgalinden bile önce, gayet yalın bir halde, Irak’ın parçalanması gerektiğini yazıyor:
“Artık kronikleşen iki belirsizlik alanı olan Filistin ve Irak’ın siyasi egemenlik alanı ile ilgili net düzenlemeler yapılmaksızın Ortadoğu’da cari uluslararası hukuk sınırları ile de facto durum arasındaki gerilimin giderilmesi mümkün değildir.” (Sayfa 442)
“… egemenlik alanı ile bölünmüşlük arasında hassas bir dengede gidip gelen Irak’ın statüsü ile birlikte Güney ve Kuzey Irak’ta bu belirsizlik döneminde ortaya çıkan statüsüz yapıların geleceğinin netleşmesidir.” (Sayfa 442)

Bu arada Ahmet Davutoğlu’nun bu satırları, 2001 yılından önce yazdığının altını çizelim! İlk baskısı Nisan 2001’de yapılan “Stratejik Derinlik” kitabı piyasaya çıktığında ne “11 Eylül” yaşanmıştı, ne de ABD Irak’a saldırmıştı!
Davutoğlu konjonktürü de zaten şöyle tarif ediyor:
“Körfez savaşı sonrasında Saddam’ı iktidardan indirerek Irak’ın uluslararası hukuk ile tanımlanmış sınırları içinde yeni bir rejim oluşturamayan ABD önderliğindeki sistemik güçler, Irak’ın gücünü, sınırlarına dokunmaksızın budama yolunu tercih etmişler ve 36. Paralelin kuzeyi ile 32. Paralelin güneyindeki de facto bir durum ortaya çıkarmışlardır. Böylece Irak’ın hukuki gücü ile fiili gücü arasında bir fark doğmuş ve Saddam’ın tamamıyla kırılamayan siyasi ve askeri gücü BM kararları ile bu iki paralel arasında sınırlandırılmaya çalışılmıştır.”(Sayfa 442-443)
Türkiye’nin resmi politikasının “Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal birliğinin korunması” şeklinde kayda geçirildiği bir dönemde, Davutoğlu açıkça “Irak’ın parçalanması”na taraf olmakta ve kuzey parçasının da Türkiye’ye bağlanmasını talep etmektedir!
“ABD’nin Ortadoğu Hesabı”
Bakan Davutoğlu, küresel ölçekli gücüne her sayfasında övgüler dizdiği ABD’nin “stratejik hesabı”nı da ilan etmektedir:
“ABD’nin gerek Kuzey Irak’taki belirsizlik ve iç çekişmelerdeki gerekse Irak’ı fiilen üçe bölen statükodaki uzun dönemli stratejik hesabı ve prensibi açıktır: Bölgeyi mümkün olduğunca daha küçük ölçekli birimlere indirerek bölgesel güç temerküzü gerçekleştirebilecek ülkelerin sayısını azaltmak ve bu küçük ölçekli birimlerin iç çekişme ve ittifaklarını kullanarak müdahil pozisyonunu sürdürebilmek.” (Sayfa 443)
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında sınırları değiştirilecek 22 ülkenin masaya yatırıldığı 2001 yılında bunları yazan Davutoğlu’na göre, acaba Irak dışında “küçük ölçekli birimlere indirilecek” diğer bölgesel güçler kimlerdir?
Türkiye’nin rolü
Davutoğlu, kitabının ilgili bölümünün sonuna doğru, ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını bir kez daha ve farklı argümanlarla pazarlamaktadır:
“Bugün parçalanmış görünen ve bu parçalanmışlık içinde bölge üzerinde hesap kuran büyük güçlerce istismara açık bir yumuşak karın oluşturan ‘Kürt jeopolitiği’ uzun dönemde aidiyet hissini en yoğun bir şekilde yaşadığı bölgesel bir güç ile bütünleşme süreci içine görecektir. Uzun dönemde meselenin odak noktası bölge halkının aidiyet hissini pekiştiren bir kader birliği meşruiyeti ile çözümlenecektir” (Sayfa 448-449)
Yani Bakan Davutoğlu’na göre, Türkiye-İran-Irak ve Suriye’ye dağılmış olan Kürtler, aidiyet duygusunu en kuvvetli hissedecekleri ülkeyle (?) eni sonu birleşecekler. Tabi bu birleşme sırasında diğer üç ülke de bölünmüş olacak!
Üstelik Bakan Davutoğlu’na göre “Türkiye, Kürt nüfus barındıran diğer bölge ülkelerine göre önemli avantajlarına sahiptir”! (Sayfa 449)
“Büyük Teorisyen” olarak sunulan, müthiş “domino teorisi” (bölgedeki iyi bir gelişmeyi iyi gelişmeler, kötü bir gelişmeyi kötü gelişmeler izler!!!) en çok satan ABD gazetelerine konu olan Davutoğlu, 2001 yılında işte bunları yazıyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık
6 Eylül 2009

1 Eylül 2009 Salı

2S: Sarmal Siyaset

“Kürt açılımı”, önce “demokratik açılım” oldu, ardından “milli mutabakat açılımı” oldu. DTP köpürdü, “dağ fare doğurdu” dedi; kimi Kemalist kesimler rahatladı, “yapamazlar” diye sevindi…
Gül’ün Mart 2009’da başlattığı ve “tarihi fırsat” diyerek gazladığı süreç, kimimize göre artık tıkandı… mı?
Milletçe Ağustos’un son günü tam bunları düşünüyorduk ki, bu kez Ermenistan’la anlaşmaya varılan protokol gündeme düştü!
Halbuki Nisan’da “o defter kapandı” yorumları yapılıyordu…
Tıpkı ondan hemen önce Kıbrıs meselesi kapandı sanıldığı gibi…
***
İşte bu AKP’nin sarmal siyasetidir.
K.Irak, Kıbrıs ve Ermenistan…
Üç önemli mesele.
Döne döne önümüze çıkıyor üç mesele. 7 yıldır sıra sıra önümüzdeler. Ve milletçe her seferinde, “denediler ama beceremediler” diyip rahatlıyoruz.
Halbuki bir muhasebe çetelesi gibi alt alta yazsak, her sarmalda bir şeyler verdiğimizi görürüz…
Tam KKTC’ye yönelik saldırıyı püskürttüğümüzü sanıyoruz ki, bir bakıyoruz Ermenistan meselesinde gol yemişiz!
Tam Ermeni meselesiyle ilgili saldırıları püskürttüğümüzü sanıyoruz ki, bir bakıyoruz K. Irak’tan kazık yemişiz!
Tam K. Irak meselesiyle ilgili saldırıları püskürttüğümüzü sanıyoruz ki, bir bakıyoruz KKTC meselesinden hançerlenmişiz!
***
Sarmal siyaset böyledir. İnsanın başı döner. O döngü içinde de çetele iyi tutulmaz. Bir bakmışsın ki, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş.
Baş dönmesine karşı pusula görevi gören ilk ve en önemli kılavuzumuzu unutmamamız gerek bu yüzden: Abdullah Gül’ün ABD’yle imzaladığı “2 sayfalık 9 maddelik” gizli anlaşma.
Hani Gül Başbakan’ken Powell’la imzaladığı, aylar sonra Sabah gazetesinden Sedat Sertoğlu’yla söyleşisinde ağzından kaçırdığı gizli anlaşma…
Orada tek tek her şey yazıyor.
Döne döne o anlaşma maddeleri uygulanıyor.
İki ileri bir geri…
Ama uygulanıyor!
Ve millet memleketine sahip çıkmadıkça da, milli devlet adım adım yıkılıyor…
***
Baksanıza, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’a yanıtına.
Baydemir, teröristlere teslim olmaları çağrısı yapan Org. Başbuğ’un ‘Adalete güvenin gelin teslim olun’ sözlerine karşı çıkmış ve şöyle demiş: “Gelin ‘adalete güvenin, adalete sığının’ diyorlar. Hangi adalete güveneceğiz?”
Pervasızlığın boyutu, avukatlığa soyunmayı bile geçmiş!
Diğer yandan Aysel Tuğluk, 1 Eylül’e yakışır konuşmuş!: “Süreci tıkarsanız, ayrılmayı tartışırız”.
İşte sonuç budur. Açılımın kendisi, yöntemi, ele alınış biçimi… Psikolojik Savaş’ın en müstesna örneğidir..
Ekranlardaki en “birlikçi” yorumcular bile farkında olmadan, “biz-onlar”, “Türk-Kürt” diyerek nesnel olarak bölünmeye hizmet ediyorlar.
***
Sarmal siyasetten çıkmadan, AKP’den kurtulmadan, milli bir strateji belirlemeden, milli bir hükümet kurmadan…
Olmaz!

Mehmet Ali Güller
1 Eylül 2009