29 Kasım 2010 Pazartesi

ABD-AKP İŞBİRLİĞİ WİKİLEAKS’LE ÇIRILÇIPLAK

WikiLeaks’in yayımlamaya başladığı belgelerin ilk partisi, ABD-AKP işbirliğini çırılçıplak ortaya sermiş vaziyette. Kürt Açılımı’ndan AB sürecine, İsrail’le ilişkilerden AKP’nin yolsuzluklarına kadar pek çok şey “belgeli” olarak artık kanıtlanmış durumda…
KÜRT AÇILIMI
Örneğin, Eski ABD Büyükelçisi James Jeffrey, Kürt Açılımı konusunda şöyle diyor: “Büyükelçiliğimiz, bizim verdiğimiz istihbarat desteğiyle PKK’ya karşı kazanılan askeri başarının, sivillere bu açılımı yapmak, Mesut Barzani ve diğer Kürtler ile doğrudan ilişki kurmak için siyasi alan yarattığına inanıyor”. Kürt Açılımı tam da bu işte: AKP üzerinden Türkiye’ye Barzani’yi ve devletini kabul ettirme…
İRAN
Örneğin, AKP’nin İran-İsrail-Suriye ilişkilerinin tamamen ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne uyumlu olduğu da ortaya çıktı. ABD adına Ortadoğu’da görev üstlenen AKP, sözde İsrail karşıtı görüntü sergileyip, hem Arap ülkelerinin liderliğine soyunuyor hem de İran’ı yalnızlaştırıyordu. İşte bu gerçek, ABD Büyükelçisi James Jeffrey’in ağzından belgeye şöyle yansıyordu: “Eğer Türkler, Suriye’yi İran’dan ayırmak konusundaki isteklerinde ciddilerse, bu konuda telefon defteri değerinde tartışmalı protokoller imzalamak yerine, gerçek başarılar elde etmeye başlamaları halinde, bu hepimizin çıkarına olur...”
İSRAİL
İsrail’le izlenen kontrollü gerilim de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Burns arasındaki ikili temasta günyüzüne çıkıyor. Buna göre, Sinirlioğlu, yaşanan gerilime rağmen, Erdoğan’ı Netenyahu ile bir araya getirmeyi arzuladıklarını beyan ediyor.
FÜZE KALKANI
AKP’nin sözde füze kalkanına karşıymış gibi davranmasının da, tamamen tabanından gelecek tepkilere karşı planlandığı belgelerde ortaya çıktı. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, Washignton’a yazdığı bilgi notunda, AKP hükümetinin füze savunma sistemini kendi kamuoylarına anlatabilmek için, “NATO ile bağlamaya ihtiyaç duyduklarına” dikkat çekiyor ve şu gerçeğin altını çiziyor: “Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin bu füze sistemine katılımının, ileride bir İran saldırısına karşı İsrail’e savunma sağlamasından endişeli...”
AZERBAYCAN
Belgeler sayesinde, AKP’nin ABD için Kafkasya’da uyguladığı politikaların, Azerbaycan’ın çıkarlarına aykırı olduğu da kanıtlanmış oldu. Aliyev belgelerde, açıkça “Erdoğan hükümetinden hazzetmediğini” ifade ediyor.
AB ÜYELİĞİ
Yine belgelerde, aslında Türkiye’nin AB’ye asla üye olamayacağı da sergileniyor. Türkiye’nin AB kapısına, üye yapılmamak üzere bağlandığı gerçeği, belgelerle somutlanıyor.
YOLSUZLUK
İsviçre’de sekiz ayrı banka hesabı; ihale yolsuzlukları; İran doğal gazından pay alımları; Trabzon belediyesini CHP’den alabilmek için Bakan Faruk Nafiz Özak’ın önce Trabzonspor başkanı yapılması, ardından da kulübe para akıtılması; Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, vatandaşı olduğu İngiltere’de bir grup yatırımcıya, “Doğan hisselerinizi satın, çünkü onlar gidici” demesi; Hikmet Balduk, Cüneyd Zapsu ve Mücahit Arslan’ın ihalelerde etkin olduğu; Aksu ve Tüzmen gibi bakanlarla, Müezzinoğlu gibi parti yöneticilerinin yolsuzluklara bulaştığı; AKP’li Bakan Abdülkadir Aksu’nun eroin işine bulaşmakla suçlanması, Emine Erdoğan’ın Tayyip Erdoğan’ı “Allah’a inanan ama Allah’a güvenmeyen” şeklinde tanımladığının bir belgede yer alması…
Bakanların ilişkileri, düşkünlükleri gibi ayrıntılara ise basın-yayın ilkeleri gereği hiç girmiyoruz…
SONUÇ
251 bin 287 belgeden henüz 226’sı bu denli kirli ilişkiyi ortaya çıkardığına göre, bakalım belgelerin tamamı yayınlandığında nasıl bir tabloyla karşı karşıya olacağız?!

Mehmet Ali Güller
29 Kasım 2010

15 Kasım 2010 Pazartesi

KILIÇDAROĞLU’NA ÇAĞRI: AŞİRET REİSİNE DEĞİL, KÖYLÜNÜN AYAĞINA GİT!

“Yeni CHP”nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Yeni Radikal”in, “Savaşma Konuş” kampanyasına destek imzası atmış! 15 Kasım 2010 tarihli “Yeni Radikal”, birinci sayfadan duyurduğu bu habere şu başlığı koymuş: “‘Anneler ağlamasın’ diye imzasını attı”.
Kılıçdaroğlu, nihayet “analar ağlamasın” diye “Kürt açılımı” başlattığını söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan’la buluşmuş oldu!
Bildiğiniz gibi “Yeni Radikal”, “Savaşma konuş diyen 500 bin radikal arıyor”du. Kılıçdaroğlu Radikal’in bu kampanya için bulduğu ilk siyasi parti genel başkanı oldu. Kampanya, özet olarak tarafları (PKK ve TSK)! silah bırakmaya davet ediyor!
DEĞİŞİM Mİ, BAŞKALAŞMA MI?
Murat Yetkin’in önce CNNTürk’teki programına, sonra da Radikal’deki sayfasına konuk olan Kemal Kılıçdaroğlu, dikkat çeken değerlendirmelerde bulunmuş yine…
Kılıçdaroğlu, “Yeni CHP”yi, “değişimin ve dönüşümün adresi” olarak tarif etmiş. Ancak Kılıçdaroğlu’nun birkaç aylık sürece sığdırdığı şu “açılımlar”, “değişim ve dönüşümün”, “başkalaşma” anlamına geldiğini ortaya koyuyor:
1. YENİ CHP’NİN DİN AÇILIMI
Kılıçdaroğlu, 2007 yılında kanunla çözülen türban konusunu, hiç yeri ve zamanı değilken, Türkiye’nin kucağına bırakıverdi. 12 Eylül halkoylaması sırasında “türbanı biz çözeriz” diyerek öne atlayan Kılıçdaroğlu, AKP’nin ekmeğine yağ sürdü. “Laikliğin bekçisi”nin bu yeni tutumu, öyle bir rüzgar yarattı ki, türban üniversiteye “YÖK mektubu” ile, ilkokula da, “ailelerin ‘özgür’ tercihi” ile giriverdi. Kamuya ve TBMM’ye giriş sırası, ülkenin yeni gündemi oluverdi!
Kılıçdaroğlu, AKP’yle yarışmanın buradan geçtiği hayaline kapılarak, açılımı ilerletti. Önce “cemaatlere saygılıyız” dedi, ardından da “Türkiye’de laiklik tehlikede değildir” saptaması yaparak, irticayı mest etti! (Ardından irtica Kırmızı Kitap’ta tehdit olmaktan çıktı!)
“Yeni Radikal”e konuşan Kılıçdaroğlu, “Bülent Ecevit’in ‘dine saygılı laiklik’ ilkesini geri getirecekmiş”!
O saygı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın, “hocaefendi”nin huzuruna çıkmasına sebep oldu; ardından da cemaatin, hükümet desteğinde devlet kurumlara yerleşmesine…
Ecevit’i ve Kılıçdaroğlu’nu aynı çizgiye getiren ise aynı ideolojik çizgidir; yani sosyal demokrasi…
CHP devrimcilikten koptukça, sosyal demokratlığa sarıldı… İşte sosyal demokrasi de, en sonunda CHP’ye türbanı “bireysel haklar ve özgürlükler” temelinde ele aldırıp, bu noktaya getirtti…
1950’lerden beri tahrif elden laiklik; “din ve devlet işlerinin ayrılması” gibi bir tanımdan, “dine saygılı laiklik” katına başkalaştı!
CHP, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik tanımı olan “din ve dünya işlerinin ayrılması” anlayışından koptukça, Türkiye gericileşti!
2. YENİ CHP’NİN DARBE AÇILIMI
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’la yarışacağı ikinci kulvarın ise “darbe karşıtlığından” geçtiğine inandı. Burada “darbe karşıtlığı” diye sunulanın, ne yazık ki, “asker karşıtlığı” olduğu kısa sürede ortaya çıktı.
“Darbe karşıtlığı” yapacağım diye “27 Mayıs” ve “27 Nisan” eleştirisi yapan Kılıçdaroğlu, en sonunda TSK’nın iç hizmet kanununu değiştirmeyi de gündemine aldı. Sanırsın, ABD’nin “bizim oğlanları” 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, o kanun olmasa yapamayacaktı!
Kılıçdaroğlu, bununla da yetinmeyip, “halk ordusu” biçimindeki TSK’nın yapısal değişikliği için AKP’ye omuz verdi!
3. YENİ CHP’NİN SİYASİ AÇILIMI
Kılıçdaroğlu’nun “Dersim’i CHP bombaladı” diye cumhuriyet tarihine saldıran Erdoğan’a yanıtı oldukça anlamlıydı. “Ben o zaman daha doğmamıştım” savunması yapan Kılıçdaroğlu, bir bakıma Erdoğan’ın suçlamasına destek vermiş oluyordu.
Oysa Erdoğan, İnönü diyerek Atatürk’e, CHP diyerek de aslında Cumhuriyet’e açıktan saldırıyordu!
Dersim’deki süreci bir bütün olarak çözümlemeden, uygulamadaki kimi yanlışlıklar üzerinden yapacağınız siyaset, işte sonuç olarak gelip, Cumhuriyet düşmanlarıyla müttefik olmanıza yol açıyor!
Kılıçdaroğlu’nun bir diğer “siyasi açılımı” da “genel af” çağrısı oldu!
Ama ille de “AB Açılımı”!
Bakalım “egemenliği milletten alıp, Brüksel’e devretme” anlamı taşıyan AB’cilik, Kılıçdaroğlu’nu Derviş ve ekibiyle buluşturmanın ötesinde, daha nerelere savuracak?!
Kılıçdaroğlu’nun benimsediği “yeni siyasi çizgi” özetle şöyle: “2D’ye karşı, 2Y”.
Yani, din ve darbe konularını AKP’nin elinden alıp, yoksulluk ve yolsuzluk üzerinden vurmak! Kılıçdaroğlu, “aslı varken kopyasını kim ne yapsın” temel tezini unutarak, bunun, AKP’yi yenmenin formülü olduğunu sanıyor!
KILIÇDAROĞLU, AŞİRETLERE DEĞİL KÖYLÜYE YÖNELMELİ
Yeni Radikal’den öğrendiğimize göre Kılıçdaroğlu, “Sosyalist Enternasyonal” toplantısı için Paris’e gidiyormuş; dönünce de, Şanlıurfa’da AKP’ye vekil vermiş İzol aşiretinin düğününe katılacakmış!
İşte CHP’nin 50 yıllık değişiminin vardığı ve “yeni CHP” olarak başkalaştığı zirve tam da burasıdır! CHP, Türkiye’deki feodal yapıyı tasfiye etme programını yani toprak reformunu uygula(ya)mayarak, her şartta aşiretlerle birleşmiştir; aşiret düğünlerine gitmiştir!
Zaman zaman “devrim” kelimesini kullanan Kılıçdaroğlu’ndan, aşiret reisinin ayağına değil de, Diyarbakır’ın Bismil köylerinde ağalığa karşı Türk Bayrağı ile mücadele eden, bu uğurda şehit veren, köyünün ismini “Cumhuriyet Köyü” olarak değiştiren “gerçek efendisinin” ayağına gitmesini istiyoruz!

Mehmet Ali Güller
15 Kasım 2010

9 Kasım 2010 Salı

ABD NÜKLEER DENİZALTISI, İNGİLİZ UÇAK GEMİSİ ve ŞÖVALYE ABDULLAH GÜL

Aynı akşam, aynı dakikalarda, en çok izlenen ana haber programlarında, aynı haber vardı: Bir haftalığına Marmaris Aksaz Üssü’ne yerleşen ABD Nükleer Denizaltısı “USS Providence”, bazı haber kanallarının ziyaretine açılmıştı. Muhabir elinde mikrofon, kendisine yol gösterildiği şekliyle, nükleer denizaltının teknik donanımını, füzelerini, gücünü, daha doğrusu “tehdidini” Türk izleyiciye sunuyordu ekrandan!
Füze Kalkanı’nın gündemde olduğu bir süreçte, açık bir “psikolojik savaştı” bu!
YÜZYILIN ARDINDAN YİNE QUEEN ELİZABETH
İki yıl önce de, İngiliz Uçak Gemisi “HMS Illustrious” ziyaret etmişti sularımızı!
Anımsayalım:
İngiliz Uçak Gemisi, Kraliçe II. Elizabeth’in ziyaretini gerekçe göstererek isim değiştirmiş ve “Queen Elizabeth HMS Illustrious” olmuştu. İngiliz Uçak Gemisi, yeni ismiyle Çanakkale Boğazı’ndan, üstelik gece geçiş yapmıştı.
Oysa Çanakkale Zaferi’nin bir davamı olarak yıllar sonra imzalattırdığımız Montrö’ye göre bu yasaktı. Hükümetin özel izniyle bu yasak delinmişti!
Bir başka ilginç tesadüfü daha anımsatalım:
Hangi savaş gemisinin, 19 Şubat günü Osmanlı sahil bataryalarını bombalamasıyla, ilk Çanakkale Saldırısını başlatmıştı İngilizler: Queen Elizabeth!
Ve yüzyılın ardından, İngiltere Çanakkale’yi, sırf Montrö’yü delmek için gündüz değil gece geçmişti! Yetinmemiş, Kraliçe ziyaretini gerekçe gösterip savaş gemisinin isminin önüne, Çanakkale’yi bombalayan “Queen Elizabeth” ismini vermişti!
İngiltere bununla da yetinmemişti!
Kraliçe II. Elizabeth, İstanbul Boğazı’na demirleyen Uçak Gemisi’nde 16 Mayıs 2008 günü resepsiyon vermiş ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını “huzuruna” davet etmişti!
O koltukta İngiliz Exeter Üniversiteli Abdullah Gül oturduğundan, Türkiye’nin değil, İngiltere’nin protokolüne uyarak, savaş gemisine gitmişti! (Gerçi ABD Dışişleri, internet sitesinden yayımladığı listede, Abdullah Gül’ü İngilizler değil, asıl biz yetiştirdik demeye getiriyordu! Bakınız: http://exchanges.state.gov/alumni/prominent-alumni.html )
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, kendisine “majesteleri” diye hitap eden Abdullah Gül’ü “şövalye ilan etmiş” ve yakasına “Knight Grand Cross of the Order of the Bath” nişanını yani “Büyük Şövalye” nişanını takmıştı. “Adanmış kişilere” verilen bu nişan “Üç kraliyet tacı ile ‘üzerinden güneş batmayan İmparatorluk” anlamına gelen güneş” sembollerinden oluşuyor!
KIBRIS VE ERMENİSTAN ÖDÜLLERİ
İngiltere, iki yıl önce Şövalye ilan ettiği Abdullah Gül’e, şimdi de, yani 9 Kasım 2010 günü de, Chatham House (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) ödülü veriyor.
9 Kasım’ın altını neden mi çizdik? 9 Kasım (1918), İngilizlerin Çanakkele Boğazı’nı işgali ile İskenderun ve Antakya’ya asker çıkardığı günün yıldönümü!
Chattam House, Gül’e ödül gerekçesini şöyle açıklıyor: “Gül, Türkiye’de ve uluslararası camiada bütünleştirici etkisi ile çok önemli bir figür. Türkiye’nin yakın zaman önce kat ettiği ilerlemenin de önemli isimlerinden biri. Abdullah Gül, bölünmüş Kıbrıs’ın bütünleştirilmesi konusunda çok önemli adımlar atmış ve Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesi için başrol oynamıştır”.
İşte Gül’ün Kıbrıs’ta oynağı rol ile “Azerbaycan karşıtı Ermenistan politikasına” gelen ödüller bunlar.
Bakalım Abdullah Gül, “Kürt Açılımı” ödülü olarak ne alacak?

Mehmet Ali Güller
9 Kasım 2010

2 Kasım 2010 Salı

AKP’NİN PKK İLE 19 MÜZAKERESİ

Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı Demokratik Toplum Partisi’nin yerine kurulan Demokratik Toplum Kongresi’nin Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk, avukat sıfatıyla, ikinci kez Abdullah Öcalan’la görüştü.
İmralı dönüşü açıklama yapan Tuğluk’tan öğrendiğimize göre, AKP Öcalan’la yürüttüğü diyalog sürecini “müzakere” aşamasına çevirmiş: “(Öcalan) Devlet yetkilileri ile bir kez daha görüşme gerçekleştirildiğini, bu görüşmenin son derece önemli olduğunu, niteliksel bir görüşme olduğunu, ciddi bir görüşme olduğunu ifade etti. Kendisiyle görüşme yapan devlet yetkililerini barış konusunda daha ciddi bulduğunu bir kez daha dile getirdi. Yapılan görüşmeleri bir nevi diyalog sürecinden müzakere sürecine geçişi ifade eden bir süreç olarak gördüğünü söyledi”. (Hürriyet, 2 Kasım 2010)
“Temas, diyalog, görüşme, pazarlık, müzakere, anlaşma” diye ilerleyen sürecin nasıl kotarıldığının ayrıntılarını, Kaynak Yayınları’ndan çıkan, “ABD’nin Neo-Osmanlı Projesi: Büyük Kürdistan” kitabımda okuyabileceğiniz bu müzakereler, özetle şunlardı:
1.. AKP’nin PKK ve Öcalan’la ilk teması, görev süresini tam dört kez uzattığı MİT Müsteşarı Emre Taner üzerinden kuruldu. Öcalan, ilk temasta, henüz Müsteşar Yardımcısı olan Taner’den dağdakilere mesaj gönderme imkanı talep etti.
Taner, 15 Haziran 2005’te Müsteşar olduktan kısa bir süre sonra 20 Ekim 2005’te Mesut Barzani ile görüştü. Barzani’nin, Taner üzerinden Türkiye’den talepleri şunlardı: “Türkiye, Kuzey Irak’taki oluşumu tanımalı; Kuzey Irak ve Türkiye’deki Kürtlere çifte vatandaşlık vermeli; ekonomik ilişkileri geliştirmeli, kurulacak askeri okullarda Türk uzmanlar görev yapmalı…”
2.. Hükümetin akıl hocalarından Cengiz Çandar, AKP’nin “Kandil ve İmralı” ile görüştüğünü söyledi. (Vatan Gazetesi, 26 Eylül 2009) Zaten Çandar, en başından beri meseleyi “İki Abdullah”ın çözeceğini savunuyordu. (Referans Gazetesi, 15 Mart 2009)
3.. Habur’dan giriş yapan “barış grubu” da AKP’nin Öcalan ile yürüttüğü diyalogun sonucuydu. Öcalan’ın çağırdığı barış grubunun Habur’dan girişini, Başbakan Erdoğan, henüz toplumsal tepki başlamadan şöyle değerlendiriyordu grup konuşmasında: “Dün Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan anlamlı gelişmeye de değinerek sözlerimi sonlandırmak istiyorum. Bildiğiniz gibi 34 kişi sınırı geçti ve sabah saatlerinde 29’u, ilgili yasalarımız çerçevesinde bırakıldı. Bunu son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum. Şu anda yargı diğer 5’i ile ilgili çalışmalarını da sürdürüyor”.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün 17 Ekim cumartesi günü gizlice buluştukları ve Habur’dan girişi organize ettikleri basına yansıdı. (Milliyet Gazetesi, 21 Ekim 2009)
4.. Taraf Gazetesi’nden Yıldıray Oğur, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı bir analize dayanarak, 2006 yılından beri PKK’nın Avrupa sorumlusu Sabri Ok ile görüşüldüğünü açıkladı. Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu da, “Sabri Ok, Abdullah Öcalan ile telefon görüşmesi yaptı” dedi. Her iki açıklama birleştirilince AKP’nin Sabri Ok’la, Ok’un da Öcalan’la görüştüğü ortaya çıkmış oluyordu.
5.. PKK lideri Murat Karayılan, Habertürk’ten Amberin Zaman’a şöyle diyordu: “Geçen yıl Şubat ayında bir hükümet üyesi Öcalan’a gitti ve açılımı konuştu. Hükümet üyesi Öcalan’ın açılıma ilişkin hükümete sunduğu yol haritası çerçevesinde müzakere edilebilecek tartışmaların başlayabileceğini ifade etmiş ama gerisi gelmemiş.” (Habertürk Gazetesi, 16 Nisan 2010)
6.. Aksiyon Dergisi’nde yer alan bir habere göre, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “orkestra şefliği”nde, MİT Müsteşarı Emre Taner’in yürütücülüğünde ve PKK ile yapılan dolaylı görüşmelerde bir yol haritası belirlendi. Bu yol haritasına göre, PKK’lılar Kandil’den Mahmur kampına inecek, oradan da silahsız olarak Türkiye’ye dönecekti! (Aksiyon Dergisi, Sayı:757, 8 Haziran 2009)
7.. Hasan Cemal, PKK lideri Murat Karayılan’la “diplomasi işlevi taşıyan” bir röportaja imza atmıştı. Cemal, yazmadıklarını da hükümete aktardı.
8.. Öcalan, Erdoğan ve Gül’ün kendisine dolaylı çağrılarda bulunduğunu açıkladı: “Sayın Erdoğan ve Gül’ün dolaylı da olsa, basın yoluyla da olsa çağrıları oldu, ricaları oldu. Ben de bunlara cevap verdim. Osmanlı zamanında padişahlar perde arkalarından dinlerlerdi. Eğer çözüm olacaksa biz bunu da kabul ederiz.” (ANF, 26 Temmuz 2009)
Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık, oluşan tepkiler nedeniyle, Öcalan’ın avukatları aracılığıyla yaptığı bu açıklamayı yalanladı. Oysa AKP Milletvekili Mehmet Halit Demir, üç gün sonra “Gerekirse Abdullah Öcalan ile görüşülmesi gerektiğini” söylüyordu. (Hürriyet Gazetesi, 30 Temmuz 2009)
9.. AKP Milletvekili Mahmut Esat Güven, şartları düzeltilirse Öcalan’ın olumlu mesajlar vereceğini, bu konuda İçişleri Bakanı Beşir Atalay’dan talepte bulunduğunu açıkladı. (Hürriyet Pazar eki, 1 Ağustos 2010)
10.. Öcalan’ın AKP’yle pazarlıklarındaki şartlarından biri de cezaevi koşullarının düzeltilmesiydi. AKP bu konuyu sürece yayarak çözdü, Öcalan’a arkadaş bile gönderdi. Öcalan, Adalet Bakanlığı’ndan bir heyetle bu konuda yaptığı görüşmeyi avukatları aracılığıyla şöyle açıklıyordu: “Buraya getirilen arkadaşlarla bir kez görüştüm. Buradaki görevliler, ileride televizyon vereceklerini belirttiler. Adalet Bakanlığı’ndan gelen heyetle görüştüm. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif İşleri Müdürü de vardı. Bu görüşmeden sonra kapının üstünde aşağıya ve yukarıya yeni bir pencere açtılar. Kaldığım odada yatak, dolap, masa var. Onun dışında bana iki-üç adım mesafesinde yer kalıyor. Yatak, Masa ve Dolap yeri dışında enine iki adım boyuna üç adımlık mesafe var. Bütün yer bundan ibarettir.” (ANF, 11 Aralık 2009)
11.. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, Abdullah Öcalan’dan aldığı mektubu, Ankara ziyareti sırasında görüştüğü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile paylaştı. (Milliyet Gazetesi, 6 Temmuz 2010)
12.. AKP’nin PKK ve Öcalan ile pazarlıklarından biri de KCK iddianamesinde yer alıyordu. İddianamede yer alan tutanakta Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani şöyle diyordu: “Benim Apo ile bir ilişkim var. 2 Kasım’da bana avukatları aracılığıyla bir mektup gönderdi. Ben bu talepleri Türk yetkililerine de iletmiştim. Benim PKK ile de bir diyalogum var. Bu bayramda ben talep etmişim ateşkesi, hem uzatılması konusunda da bir yaklaşım oldu. Silah bırakma ve ateşkes ilan etme arasında fark var. Ben silah bırakma yanlısı değilim. Ateşkes ilan edilsin. Silah bırakmanın karşılığı var. Ateşkes ilan etmek ise Türkiye’de çalışan arkadaşların mücadelesini yükseltmek için olmalıdır. Yine PKK’nın bir talebi vardı; genel af ile onu dile getirdik. Biz MİT müsteşarları ile PKK’nın bazı ilişkileri var, sizin bilginiz dahilinde mi dedik. Erdoğan, MİT müsteşarının tüm ifadeleri benim ifademdir dedi.” (ANF, 14 Haziran 2010)
13.. Cumhurbaşkanı Gül, 12 Eylül halkoylaması öncesi, “devlet terörü bitirmek için her yöntemi dener” dedi. Ardından Karayılan “devletle anlaştıklarını” açıkladı. PKK, 20 Eylül’e kadar “eylemsizlik” kararı almıştı!
Kararın, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın 20 Temmuz günü Öcalan ile yaptığı görüşmenin sonucu alındığı ortaya çıktı.
PKK ile görüşmeyi yalanlayan Başbakan Erdoğan, danışmanı Yalçın Akdoğan’ın “pazarlık yok, diyalog var” demesi üzerine, “hükümet değil, devlet görüştü” dedi! Oysa görüşen Hakan Fidan hem kendisine bağlıydı, hem de Fidan’la birlikte heyette Adalaet Bakanlığı yetkilileri vardı.
14.. AKP ile BDP, 23 Eylül 2010 günü heyetlerarası bir görüşme yaptı. Görüşmede “PKK’nın ateşkesi uzatmasının söz konusu” olduğu ifade edildi. (Hürriyet Gazetesi, 24 Eylül 2010) BDP heyeti, “İmralı’nın muhatap alınması yönünde bir söyleminiz oldu mu?” sorusuna şu yanıtı veriyordu: “Bazı görüşmelerin sürdüğü biliniyor. O konuda söylenecek yeni bir şey yok”.
Başbakan Erdoğan, AKP ile BDP arasında yapılan bu müzakereyi “birlikte iyi olma” biçiminde yorumluyordu. 1 Ekim 2010 günü TBMM’nin açılış resepsiyonunda sohbet eden Başbakan ve BDP heyetinin “müzakere” ilişkin dikkat çekici temennileri şöyleydi:
“Selahattin Demirtaş: Sayın Başbakan, hayırlı olsun diyelim.
“Başbakan Erdoğan: Birlikte iyi olacağız inşallah. Görüşme trafiğini iyi götürün ha.
“Selahattin Demirtaş: Valla Sayın Başbakanım, görüşme çift taraflı olursa iyi olur, çift taraflı iyi götürülürse iyi olur. Beraber olacak.
“Akın Birdal: İnşallah öyle olacak”. (Vatan Gazetesi, 2 Ekim 2010)
15.. Kandil, Öcalan’ın “Ateşkesi uzatın”, (Milliyet, 20 Eylül 2010) talimatı gereği, “Bazı gelişmeler var, ateşkesi bir hafta uzattık” açıklaması yaptı. (Taraf, 21 Eylül 2010) Taraf Gazetesi, “bazı gelişmelerin” ne olduğunu da bir başka haberinde açıklıyordu. Meğer “Apo’yla barışın takvimi konuşuluyor”muş! (Taraf, 21 Eylül 2010)
16.. Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı DTP’nin, Ahmet Türk’le birlikte siyasi yasaklı hale gelen eşbaşkanı Aysel Tuğluk, “avukat” sıfatıyla Öcalan’la görüştü. Adalet Bakanlığı’nın kiraladığı gemiyle İmralı’ya giden Tuğluk, görüşmenin ardından Öcalan’ın mesajlarını hükümete ve PKK’ya iletti: “PKK’nın eylemsizlik kararını en az bir yıl uzatması gerekiyor. Kalıcı ateşkes ve silahsızlanma zamana yayılacak. Hükümetin siyasi adımları beklenecek. Kalıcı ateşkese giden süreçte cezaevi koşullarının iyileştirilmesi bu döneme katkı yapacak.” (Vatan, 28 Eylül 2010)
17.. Hükümet, Öcalan’la Aysel Tuğluk üzerinden müzakere yürütürken, bir yandan da Barzani’yle anlaşma yoluna giriyordu. Sürpriz bir şekilde Kuzey Irak’a giden Açılım Koordinatörü Beşir Atalay, Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ve Kürt Hükümeti Başbakanı Berham Salih’le görüştü.
Basına yansıyan görüşme tutanaklarına göre, Barzani’den “Topun taca atıldığı noktada aktif rol almasını” isteyen Atalay, “aktif rolden kastınız ne?” diye soran muhatabana şu ibretlik yanıtı verdi: “Bölgede (Güneydoğu Anadolu) saygınlığınız var. Bu saygınlığınızı kullanmalı ve PKK üzerinde etkinizi hissettirmelisiniz. Sık sık medya önünde silahların bırakılması yönündeki telkinleri sürdürünüz. Kürt kamuoyu, Kürt hareketinde tek fayda olarak PKK’yı görme alışkanlığını terk edecektir. Bu da sorunların çözümü noktasında işimizi kolaylaştıracaktır”. (Milliyet, 28 Eylül 2010)
18.. AKP’nin PKK’yla müzakerelerinin aslında en önemlisi DTP ile yapılanlarıdır. Çünkü Öcalan, DTP’yi AKP’yle müzakere konusunda resmi muhatap tayin etmişti. AKP Adıyaman Milletvekili ve MAZLUM-DER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal da, bu gerçeği kendi tarafı adına şu sözlerle ifade ediyordu: “Öcalan zaten indirekt olarak sürecin içinde. Ayrıca, kendisi resmi muhatap olarak DTP’yi gösterdi, DTP de buna itiraz etmeyerek dolaylı olarak adres gösterilmeyi kabul etti.” (Milliyet, 8 Ağustos 2009)
Bu durum en başından beri kabul edildiği için Başbakan Erdoğan, aşamalı manevralar izledi. Erdoğan, önce bir süre “PKK’ya terör örgütü demeyenle görüşmem,” diyerek DTP ile bir araya gelmedi, böylece hem kamuoyunun tepkisini değerlendirdi hem de TSK’yı “idare” etti. Erdoğan, şartlar oluştuğunda DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’le görüştü. Erdoğan, daha önce söylediği şartı, geri almamak için de pozisyonuyla ters orantılı bir manevraya yöneldi: Ahmet Türk’le başbakan olarak değil, AKP Genel Başkanı olarak görüştüğünü açıkladı!
19.. Son görüşme, yazımızın en başında da belirttiğimiz gibi Aysel Tuğluk üzerinden yürütüldü. Bu görüşmede dikkat çeken bir ayrıntı da, Tuğluk’un, PKK lideri Karayılan’ın mektubunu, AKP’nin bilgisi dahilinde, Öcalan’a götürmesiydi!

Mehmet Ali Güller
2 Kasım 2010

1 Kasım 2010 Pazartesi

TAKSİM’DEKİ BOMBALI SALDIRININ, FÜZE KALKANI İLE BİR İLGİSİ VAR MI?

Taksim’de 32 yurttaşımızn yaralanmasına yol açan intihar saldırısını henüz üstlenen olmadı. Saldırının PKK’nın eylemsizlik süresinin son günü olan 31 Ekim gününe denk gelmesi, failin PKK olabileceği yorumlarına yol açtı. Ancak, CNN’e konuşan PKK sözcüsü, “Taksim’deki patlamadan haberimiz yok” dedi. BDP yetkilileri de, saldırıyı kınayan açıklamalara imza attılar.
Kaldı ki, PKK lideri Murat Karayılan’ın, daha birkaç gün önce, yeni Radikal’e verdiği röportajda “Bizden kaynaklanan hatalar oldu, siviller öldü. Bunlar için gerekirse özür dileriz” demesi, Taksim faili konusunda PKK ihtimalini zayıflatıyor.
Ancak, her halükarda, PKK’nın bazı unsurları Taksim saldırısına imza atmış olabilir. Neden mi? Henri Barkey, 31 Ağustos 2010 tarihli, Foreign Policy’de yer alan “Türkiye’nin sessiz krizi” başlıklı raporunda ne demişti?
Barkey, İstanbul’un dünyada Kürt nüfusun en fazla olduğu şehir olduğunun altını çizmiş ve “ayaklanmanın” bölge ile sınırlı kalmayacağını yazmıştı. Barkey, “etnik gruplar arası çatışmanın, Türkiye’yi alt üst edebileceğini” belirtmişti.
Özetle, ABD, yeni dönem için “etnik çatışma” sopasını sallayacağını açıkça ortaya koymuş ve Ankara’yı tehdit etmişti!
Ancak daha önemlisi, Taksim saldırısının, İngiliz Daily Telegraph gazetesinin yayımladığı “ABD, Türkiye’yi kapalı kapılar ardında uyardı” şeklindeki haberle çakışmasıydı.
Habere göre, hem ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, hem de ABD Savunma Bakanı Robert Gates, füze kalkanı konusunda görüştükleri Türk yetkilileri, “tavırlarını belirlemeleri” için gizlice uyarmışlardı!
Acaba ABD nezdinde “gizli uyarılar” dışında, bazı “açık uyarılara” da mı ihtiyaç vardı?
Hele de ABD’nin en yakın müttefiklerinden dahi, zor taleplerini gerçekleştirmek için bu tip eylemlere imza attığı gerçeğini göz önünde bulundurursak…
TSK’nın sınırdışı harekatını engellemek için Gazi Mahallesinde provokasyon yapan, peşmerge liderlerinin Bağdat’ın otoritesinden çıkmasına engel olduğu için Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’i katleden, Muavenet fırkateynimizi bombalayan, CASA uçağımızı düşüren, ülkemizi hedef aldığı “binyılın meydan okuması” tatbikatını yapan, 1 Mart tezkeresinin intikamını almak ve Kuzey Irak’taki Türk askerini sınırdışı etmek için 11 subayımıza çuval geçiren ABD’nin bu konudaki sicili zaten oldukça kabarıktır!

Mehmet Ali Güller
1 Kasım 2010