12 Şubat 2010 Cuma

Babalar ve Oğulları

Başbakan Tayyip Erdoğan, 5 kilo uyuşturucuyla yakalanan yeğeni için, “gereği yapılsın” demiş. Sanki “gereği yapılsın” demese, gereği yapılmayacak! Sanki bu memleket, yakınına dokunulamayan padişahın toprakları…
Yarın pek çok yandaş medya mensubu, Erdoğan’ı akraba kayırmamasından ve demokrasiye katkısından dolayı göklere çıkaracaktır…
Bu haber, beni 12 yıl öncesine, 11 Mayıs 1998’e götürdü.
***
Şişli’de bir araç kırmızı ışıkta durmaz ve karşıdan karşıya geçmekte olan bir kadına çarpar, 35 metre sürükler... Kadın hastaneye kaldırılır. 6 gün komada kaldıktan sonra, yaşama veda eder. Kadın, TRT İstanbul Radyosu Sanatçısı Sevim Tanürek’tir.
Kazadan hemen sonra, Belediye’ye ait arazözler, kazanın yapıldığı caddeyi baştan aşağı deterjanlı sularla yıkar! Böylece delil mahiyetindeki 35 metrelik fren izleri ortadan kalkar.
Sevim Tanürek’in ölümüne neden olan genç ise Savcının aldığı ifadeden sonra serbest bırakılır. 6 gün sonra Tanürek öldüğünde bile tutuklanmaz. Hatta ilk duruşmaya bile gelmez. Avukatı, gencin, İngiltere’ye dil eğitimi almaya gittiğini söyler… (Emin Çölaşan, Hürriyet, 18 Ekim 1998)
Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesi, genç için “kusursuz” raporu düzenler. Sevim Tanürek ise 8/8 kusurlu bulunmuştur! (Kusursuz raporunu veren dairenin Başkanı Eyüp Çakmak, 2004 yılında Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdür Yardımcısı olur!).
Tanürek’in ailesinin iddiasına göre, ehliyetsiz olan gence, kazadan 3 ay önce alınmış gibi bir de ehliyet düzenlenir.
Gencin adı, Ahmet Burak Erdoğan’dır! Kaza tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğludur!
***
Kazadan sonra öğrenimini sürdüren Burak’ın 2000 yılında Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nden alınan çürük raporuyla askerlik sorunu da çözülür! Burak 2001 yılında evlenir. Dillere destan bir düğün yapılır. Babasının pozisyonu nedeniyle memleketin bütün ağır topları, ağır hediyeleriyle düğüne koşturur. Düğünde toplanan altınlar, daha sonra babanın mal beyanında servet artışının nedeni olarak sunulur. (Başbakan Erdoğan, mal varlığı ile ilgili olarak mahkemeye verdiği savunmasında, oğlu Ahmet Burak Erdoğan’a düğününde yaklaşık 30 kilo altın takıldığını, 232 milyar değerindeki bu altınları oğlundan aldığı için 120 bin dolar ve 55 bin mark borçlandığını bildirir. Milliyet, 8.2.2009)
Burak’ın düğününe 6 bin kişi katılır. Diğer oğul Bilal’in düğünü ise daha da görkemlidir. Erdoğan’ın büyüyen pozisyonu, katılımcı sayısını 14 bine çıkarmıştır!
***
Burak 22 yaşındadır… Ama ticarette hızla yükselir…
Babasının, Ülker Grubu ürünlerini dağıtan şirketinin yönetimini üstlenir. Daha sonra hisselerini 1.2 trilyon liraya satar. Ve 2007 yılında yüzde 50 ortağı olduğu MB Denizcilik isimli bir şirket kurar, Denizcilik sektörüne girer… 95 metre uzunluğunda Safran 1 isimli kuru yük gemisi satın alır. 95 metrelik gemi, siyasi literatüre “gemicik” olarak girer. Gemiyi satan Hasan Doğan (5 Temmuz 2008’de kalp kriziyle yaşama veda eden Futbol Federasyonu Başkanı), satış fiyatını 2 milyon 325 bin dolar olarak açıklar! Burak gemiyi 500 bin doları peşin 36 ay taksitle satın almıştır! Ayda 72 bin TL ödeyecektir!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan oğlunu şu sözlerle savunur: “Benim oğlum iş yapıyor, o gemiyi de iş yapmak için satın almış. Peki benim oğlum, ailem ne yapsaydı? Yani başkalarının yaptığı gibi komisyon masaları mı kursaydı”.
Aslında MB Denizcilik Burak’ın ilk denizcilik şirketi de değildir. Burak Turkuaz isimli, amcası ve kayınpederiyle ortak olan şirketini 2006 yılında 2 milyon TL sermayeli Bumerz Denizcilik isimli şirkete dönüştürmüştür.
AKP’li babaların oğulları içinde denizcilikle ilgili bir tek Burak değildir. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın oğlu Erkan da “harika çocuk” olarak gündeme gelir.
Vatan gazetesi, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın 24 yaşındaki oğlu Erkan’ın 445 bin avroya feribot aldığını duyurmuştu. Projeye 1.4 milyon TL harcayan “harika çocuk” bu iş için Santour’dan 200 bin avro borç aldığını söylemişti. Santour’un 1 hafta sonra Binali Yıldırım’a bağlı Denizcilik İşletmeleri’nden Ankara feribotunu ihalesiz kiraladığı ortaya çıkmıştı. (Vatan Gazetesi, 14 Temmuz 2003) Santour GmbH firmasının Genel Müdürü Mehmet Koç, haberler üzerine, Hürriyet gazetesine gönderdiği açıklamada, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın eskiden bu firmada bir süre Genel Müdürlük yaptığını belirtti. (Hürriyet, 15 Temmuz 2003)
Bu arada Başbakan’ın oğlu Burak’a “gemiciği” satan Hasan bey daha sonra 705 milyon dolara İstanbul’daki İETT Garajı arazisini almaya çalışan(!) Dubai Şeyhi El Maktum’un küçük ortağı olur. Hasan beyin ablası, aynı zamanda Remzi Gür ile evlidir. Remzi bey, Sevim Tanürek’in ölümüne neden olan Burak’ı ve kardeşlerini ABD’de bursuyla okutmuştur, Erdoğan’ın yakın arkadaşıdır. Erdoğan, - daha sonra deşifre olan bir telefon görüşmesinde- Remzi beyden kızına 25 bin dolar göndermesini isteyecek kadar yakındır! (Aydınlık, 25 Ekim 2009)
***
Başbakan Erdoğan’ın küçük oğlu Bilal de hızla yükselen bir çizgi izlemiştir iş hayatında.
Öğrenimini ABD’de Harward Üniversitesi’nde 2003 yılında tamamlayan Bilal önce Dünya Bankası’nda çalışır! Yurda dönüp 21 günlük dövizli bedelli askerliğini yapar ve “Doruk Izgara Limited Şirketi” ile ticarete atılır. Ancak sonrada Bilal’in altın şirketi Atagold ve kozmetik işi yapan Maye Dış Ticaret şirketlerine de ortak olduğu ortaya çıkar. (Milliyet, 10 Şubat 2009)
***
Ya diğer AKP’li babalar ve oğulları..?
Cumhurbaşkanı Gül’ün oğlu Mehmet Gül, internet üzerinden ticarete soyunur ve 16 yaşında Ankara Ticaret Odası’na üye olur. Babasının dış ziyaret heyetlerinde yer alır.
Bülent Arınç’ın oğlu 23 yaşında TOBB’a siyasi danışman olur.
Kemal Unakıtan’ın oğlu Abdullah Unakıtan, 2003 yılında kurduğu AB Gıda firmasıyla kısa sürede en büyük 500 sanayi kuruluşu arasına girer.
Melih Gökçek’in oğlu Ahmet, genç yaşta Ankaragücü Spor Klubü’ne başkan olur.
Vd. Vs.
***
İşte, oğluna “Başbakan’ın oğlu ticaret yapamaz. Bunu nasıl aklından geçirebilirsin. Bir başbakanın oğlu ticaret yapar mı? Utanmıyor musun?” diyen Adnan Menderes’in siyasi mirasını sahiplendiklerini söyleyen babaların durumları…
Mehmet Ali Güller
12 Şubat 2010

8 Şubat 2010 Pazartesi

ABD'NİN 2.5 SAVAŞ KONSEPTİ TARİHE GÖMÜLDÜ

ABD mevcut askeri planındaki 2.5 savaş kapasitesini, yeni doktrininde tek savaşa indirirken ve Çin’den gelen tehditleri ön plana çıkarırken, Rusya Medvedev’in onayladığı yeni Askeri Doktrini’nde ana hedefi NATO’nun genişlemesi olarak belirledi ve savunma yerine taarruz konsepti ilan etti.
İki ülkeye karşı iki konvansiyonel savaş ile başka ülkelerde küçük çaplı varlık bulundurma üzerine kurulu mevcut ABD Askeri Planı artık tarihe gömüldü! “Artık bölgesel çatışmaları ABD güçlerinin boyutlandırılması, şekillendirilmesi veya değerlendirilmesinde tek ve hatta ana şablon olduğunu söylemek uygun olmaz” denilen “Yeni Strateji Belgesi” ABD açısından yenilginin de itirafı olarak değerlendirilebilir.
Mevcut Strateji Belgesi’ndeki son büyük gözden geçirmenin 2006 yılında yapıldığını kaydeden CNN, Pentagon’un son dört yılda dünyaya bakışında önemli değişiklikler olduğunu, bu nedenle de yeni bir plana ihtiyaç duyulduğunu belirtti.
Washington 2006 yılındaki gözden geçirmede, Çin ve Tayvan nedeniyle yaşanacak geniş çaplı konvansiyonel bir savaş olasılığına odaklanırken, 2010’daki gözden geçirme ve yeni planlamada da, Çin’den gelen tehditleri ön plana çıkardı.
Peki CNN’nin belirttiği gibi, ABD’nin son dört yılda dünyaya bakışı aslında neden değişti? Obama’nın Nobel Barış Ödülü almasına neden olan barışseverliği nedeniyle mi?!?
ABD 13 CEPHEDE KAYBETTİ
Bu değişime neden olan tek gerçek, ABD’nin son dört yılda tam 13 cephede kaybettiği gerçeğidir! Sıralayalım:
1.ABD, Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesine yanıt veremedi ve Kafkasya’da büyük yenilgi aldı. Washington, Sorosçu Turuncu Darbeyle işbaşına getirdiği Saakaşvili’nin çaresizliğini sessizce izlemek zorunda kaldı.
2.Gürcistan’a müdahale gibi bir gerekçe üzerinden Karadeniz’e girmek isteyen ABD, hem Rusya’nın hem de Türkiye’nin direnci karşısında geri çekildi.
3.Washington, İran’ı değil de aslında Rusya’yı açıkça hedef alan Doğu Avrupa Füze Kalkanı’nı rafa kaldırmak zorunda kaldı. (Yeni füze kalkanı yeri için Türkiye önerilirken, zaman zaman Romanya seçeneğiyle Moskova’nın tepkisi ölçülüyor)
4.ABD, Irak’ta tam bir bataklığa saplandı! Bölgesel başarısı Irak’ın kuzeyinde kuracağı kukla devlete bağlı olan ABD, Irak’tan geri çekilirken kukla devletini Türkiye’ye himaye ettirme çabası içinde.
5.ABD, 2002’de, Irak’la birlikte şer ekseni ilan ettiği Suriye’yi değil işgal etmek, artık tehdit bile edemiyor. Mevcut bölgesel politik şartlar, Washington’u yıllar sonra Şam’a Büyükelçi atamaya bile yönlendirdi!
6.Irak’tan hemen sonra İran’a saldıracağına kesin gözüyle bakılan ABD, aradan geçen 7 yıl sonunda, değil saldırmak Tahran’la diplomatik temaslara bile geçti.
7.ABD’nin şer ekseni ilan ettiği bir diğer ülke, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ise çoktan unutuldu bile.
8.Şanghay İşbirliği Örgütü’nü çevreleme-zayıflatma-etkisizleştirme politikası izleyen ABD hem başarılı olamadı hem de örgütün yeni üye ve gözlemci kazanmasını engelleyemedi. ABD, örgüt üyesi ülkelere yönelik üs politikasını da uygulayamadı. Öte yandan ŞİÖ’nün temel unsurları olan Çin ve Rusya, tarihte ilk kez ortak askeri tatbikat yaparak ABD’ye meydan okudu.
9.ABD küresel ölçekteki planlamasının sıklet merkezi olan Afganistan’da bataklığa saplandı. Kabil’den çıkamayan ABD, istediği oranda muharip destek gücü bulamadığı gibi askeri kayıpları artan ülkelerin geri çekilme tartışmalarıyla da boğuşuyor. Obama Afganistan için yeni bir strateji belirledi: El Kaide’nin güvenli barınak olanağına erişmesinin engellenmesi, Taliban’ın sağladığı ivmenin tersine çevrilmesi ve Afgan hükümetini devirebilme kapasitesine ulaşabilmesinin önlenmesi, Afgan güvenlik güçleriyle hükümetinin güçlendirilmesi.
10.Sincan ve Tibet üzerinden Çin’i karıştırmaya çalışan ABD, bu alanda da başarısız oldu. (ABD Tayvan konusunu kaşımayı sürdürüyor) Ekonomik büyüklük olarak Çin’le arsındaki makas hızla daralan ABD, Pekin yönetiminin Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya, Afrika’dan Avrupa’ya uzanan büyük yatırımlarını seyretmekle yetindi.
11.ABD’nin arka bahçesi olan Latin Amerika, teker teker Bolivarcı devrimlere ve iktidarlara sahne oldu.
12.ABD, Almanya-Fransa eksenli AB’nin uluslararası desteğini hemen hiçbir konuda alamadı. Rusya Alman Başbakanı Merkel’in en çok ziyaret ettiği ülke olmayı sürdürdü!
13.Washington ekonomik krizin üstünden bir türlü gelememektedir. Washington, 2010 bütçe tasarısına göre rekor bütçe açığı veriyor. 1.56 trilyon dolarlık açık ilk defa milli gelirin yüzde 10’un da üstüne çıkıyor! ABD doları son 8 yılda yüzde 25 değer kaybetti. Dünya genelindeki dolar cinsinden döviz rezervi 2002’de yüzde 71.6 oranındayken, 2009’un üçüncü çeyreğinde bu oran yüzde 61.6’ya kadar geriledi! Açığını on yıllardır, doların rezerv olmasıyla dengeleyen Washington, çok önemli bir kozunu kaybediyor!
Öte yandan ABD tekelleri içinde de büyük bir savaş yaşanmaktadır. Obama’nın durduk yere “istifa etmeyeceğim” açıklaması yapması manidardır!
RUS TAARRUZ DOKTRİNİ
ABD 2006 tarihli doktrinini güncellerken, Rusya da 2001 tarihli doktrinini yeniledi. Rusya’ya yönelik tehditlerin azalmadığı, tersine arttığı kaydedilen savunma doktrininde, “Kuzey Atlantik ittifakı kuvvetlerinin, NATO’nun genişlemesi de dahil olmak üzere, çeşitli şekillerde Rusya’nın sınırlarına yaklaşmış olması” birinci tehdit olarak belirlendi. İkinci tehdit ise ABD’nin Doğu Avrupa’ya füzesavar sistemleri yerleştirme projesi.
Rusya’nın yeni savunma doktrininin en çarpıcı bölümü ise nükleer silahlarla ilgili. Rusya, nükleer silahları sadece nükleer saldırıya maruz kaldığı ya da ülke güvenliğine yönelik konvansiyonel silahlarla saldırının gerçekleşmesi durumunda değil, kendisini böyle bir tehdit altında hissetmesi halinde bile, “önleyici saldırı” olarak kullanacağını ilan etti.
Böylece Rusya yeni askeri doktrinin ruhunun savunma değil taarruz ağırlıklı olduğunu ilan etmiş oldu!

Mehmet Ali Güller
8 Şubat 2010

2 Şubat 2010 Salı

“Asimetrik Psikolojik Savaş” değil, ABD saldırısı!

Yakamoz, Sarıkız, Ayışığı, Eldiven, Kafes, Islak İmza, Poyrazköy, Çukurambar, Balyoz; toptan söylersek Ergenekon tertibi… Bu sayısız sözde darbe iddiaları ile TSK üzerinden hedeflenenler nelerdi ve ne oranda başarıldı?
1.. Türk Ordusu’nu bölmek
a-
Dönemin Genelkurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök ile dönemin Kuvvet Komutanları ve Ordu Komutanları arasında ayrılık var!
Bunun en somut örneği Balyoz tartışmalarında söylenenlerdir.
Em. Org. Çetin Doğan: “Hilmi Özkök yurttaşlık görevini yapsın”
Em. Org. Hilmi Özkök: “Muhatap Yalman”
Em. Org. Aytaç Yalman: “Org. Başbuğ kurmay başkanımdı, o bilir”
Em. Org. Çetin Doğan: “Org. Özkök’ün açıklamaları yetersiz”
b- Ergenekon tertibi nedeniyle yargılanan komutanlar ile yargılanmayan komutanlar arasında ayrılık var!
c- Ordunun tepesi ile ordunun gövdesi arasında ayrılık var!
Amirallere sözde suikast iddiaları ile tutuklanan teğmenler, sahip çıkılmayan albayların, yarbayların intiharları, yaptığı görevler nedeniyle karargahından gözaltına alınan komutanlara sahip çıkılmaması…
2.. Ordu-Millet birliğini zayıflatmak
TSK’ya güven, millet nezdinde yıllardır % 100’lere yakın seyretmekteydi. Ancak son yapılan anket çalışmalarında (doğruluğu tartışmalı bile olsa) bu oran %60’lara kadar düşmüştür!
3.. TSK’yı irticaya karşı mücadele edemez hale getirmek
28 Şubat sürecinin bin yıl kararlılık ilan ettiği irticaya karşı mücadele azminde büyük gedikler açıldı. Örneğin “AKP ve Gülen’i bitirme planı” diye sunulan ve ıslak imza tartışmalarıyla kitlelerin zihinlerinin bulandırıldığı tertiple, aslında “İrticaya Karşı Eylem Planı” (uygulanmasını bırakın, düşünülmesi bile) yasak hale getirildi.
Balyoz Darbe Planı diye dile getirilen ama aslında EMASYA protokolü kapsamında bir devlet görevi olarak yapılmış bir seminerle, “Emniyet ve Asayiş Yardımlaşma” protokolü tartışmaya açılmış oldu. İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanmış bu protokolün, bizzat Başbakan Erdoğan’ın ağzından kaldırılacağı ilan edildi.
Hükümet tarafından 100 sayfadan 25 sayfaya kırpılan 2005 tarihli son Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Balyoz tartışmalarıyla yeniden gündeme getirildi ve bu yıl yapılacak düzenlemelerde iç tehdidin (irtica ve bölücülük) kaldırılacağı bizzat Başbakan’dan başlayarak hükümet üyeleri tarafından ilan edildi.
4.. TSK’yı milli stratejiden yoksun bırakmak
2005 tarihli Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden hükümetin çıkardığı Dış Güvenlik Eylem Planı ekinden sonra yapılacak (komşularla sıfır sorun politikası gereği!) yeni düzenlemeler, Türkiye’yi özellikle Irak’ın kuzeyinden ve Kıbrıs’tan gelen tehditlere karşı daha da zor durumda bırakacaktır.

Peki Türk Silahlı Kuvvetleri neden bu 4 önemli tertip hedefini savuşturamamıştır?
1.. TSK öncelikle “yığınakta hata” yapmıştır, tehdidin kaynağını ilan etmemiş ve tehdidin kaynağıyla sözde ortaklığa devam etmiştir. Salt “asimetrik psikolojik savaş” uygulanmasından şikayet ederek ve “asimetrik psikolojik savaş”ın arkasındakileri en fazla “vicdansızlar” olarak tarif ederek, savaşa karşı mevzilenilemez! ABD’yi tehdidin kaynağı ilan etmeden, NATO’dan çıkmadan, ne milleti doğru mevzilere seferber etmek mümkündür ne de Süleymaniye’de kafamıza geçirilen çuvaldan çıkmak mümkündür.
2.. TSK, (kendinden önceki tüm) mevzileri terk etmeyi savaş taktiği olarak benimsemiştir. Cumhuriyetin kaleleri sıra sıra (kimi üniversiteler, bazı sendikalar, bazı odalar, merkezi devlet kurumları vd.) düşmüştür! Terk edilen mevzilerin çokluğu, savunma hattının belli olmaması, Cumhuriyet’in savunulmasını daha da zorlaştırmıştır.
3.. TSK milyonların şahlandığı Cumhuriyet Mitinglerinin devrimci ruhuna sahip çıkmamıştır. Bu durum TSK’yı kendisine yönelik saldırılar karşısında nesnel olarak yalnız bırakmıştır. Çünkü Cumhuriyet Mitinglerine devrimci ruh verenler Ergenekon tertibiyle içeri atılmıştır. Tayyip Erdoğan’ı Başbakan yapan CHP ile Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yapan MHP’nin muhalefeti ile Cumhuriyeti muhafaza etmenin imkansız olduğu 7 yıllık pratikle bir kez daha kanıtlanmıştır.
Sonuç:
Polordu inşa etmek, Kamu Güvenliğini CIA komutasındaki Özel Örgüte devretmek, tertibin şu anki hedefidir. Bu hedef nedeniyle, TSK’ya yönelik saldırılar daha da yoğunlaşmaktadır. Ve saldırı sürdüğüne göre TSK teslim alınamamıştır. En önemli gerçek budur! Bu gerçeği güçlendirmek, bu gerçekten hareketle mevzileri yeniden ele geçirmek Atatürk’ün bıraktığı mirastır.

Mehmet Ali Güller
2 Şubat 2010