Çünkü Gazze işgali sırasındaki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, “Erdoğan, İsrail-Filistin meselesinin neresinde” sorusuna giden tek yanıt, Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığı görevinden geçmektedir! Bu görevi görmezden gelerek verilecek her yanıt, yalnızca, Erdoğan’ın tüm bu gelişmelerde ayrıca medet umduğu yerel seçim yelkenini şişirme hedefine hizmet edecektir.
ABD’NİN 2025 STRATEJİSİ
Davos’da bir drama yaşanmasına kadar uzanan bulanık süreci berraklaştırmak için ABD stratejisini yeniden hatırlayalım:
ABD, “Balkanlar’dan Orta Asya’ya tüm Avrasya” jeopolitik düzleminde tanımlanan 2025 stratejisi gereği uygulamaya soktuğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin, önce Yugoslavya aşamasını tamamladı. Ardından 2003 Irak işgaliyle diğer aşamaya geçti. Bu aşama öncesinde, Türkiye’de 2001 ekonomik krizi yaratılarak, BOP’a uygun –eşbaşkanlık görevini kabul eden ve Türk Ordusu’nu ABD-NATO görev gücü yapmaya hazır- bir iktidar değişikliğine gidildi.
Çünkü 1986’dan beri Türkiye’ye dayatılan ve BOP’un ileri hamlelerinde olmazsa olmaz öneme sahip olacak Kukla Devlet planlarını Ankara bir türlü kabul etmiyordu! 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü ABD adına Yeşil Kuşak stratejisi içinde yapan NATO generallerinin yerini, ABD planlarına direnen milli generaller almıştı! (Bu değişim-direnç, yıllar sonra Ergenekon tertibinin de nedeni olacaktı!)
SÜPERNATO CİNAYETLERİ
“Türkiye himayesinde Kürdistan” ya da Kukla Devlet planına önce dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ direndi. ABD, bu dirence Özal üzerinden “iki Necdet” operasyonuyla yanıt verdi. ABD 3 yıl sonra yeniden planı dayattığında, Ankara’yı, “Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Turan Dursun” suikastlarıyla da ikaz ediyordu. Herşeye rağmen, Kukla devlet planına 1991’de de Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay, istifa ederek direndi.
1991 -1996 yılları, ABD ve Türkiye açısından planla ilgili çatışmaların daha da sertleştiği bir dönem oldu. Bu dönemde Ankara’nın öne çıkan hamlesi Ankara süreciydi. ABD, planlarını çökertecek bu gelişmeye karşı bu kez Uğur Mumcu ve Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis suikastıyla ve Sivas Katliamına kadar uzanan pek çok olayla yanıt verdi.
ÇELİK HAREKATI
Sürece keskin bir darbe vurmak isteyen Türk Ordusu, Başbakan Tansu Çiller’e bile önceden haber vermeden, 35 bin kişiyle Kukla devlete girdi. ABD, Kukla Devleti resmileştirme yolunda ileride kullanacağı 3000 peşmergeyi, tarihe Çelik Harekatı diye geçen bu sınır ötesi operasyon sonucunda, Guam’a taşımak zorunda kaldı. Durumun ciddiyetini önceden analiz eden ABD istihbaratı, Çelik Harekatı’nı engellemek için Gazi mahallesinde Alevi-Sünni çatışmasını amaçlayan provokasyon bile yaptı!
28 ŞUBAT’IN HEDEFİ ABD’YDİ
28 Şubat 1997 de, aslında bu sürece direnmek zorunda olan Türkiye’nin, ikili iktidar yapısına yönelik bir ayarlamaydı. Çünkü ABD planlarına göre farklı farklı mevzilenen Türk Ordusu ile hükümetler arasındaki duruş farkı Ankara’nın elini hep zayıflatıyordu. 28 Şubat sonrası bir pat durumu yaşandı. SüperNato bu dönemde Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürdü.
ABD emperyalist devleti, Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulama zorunluluğu nedeniyle, iktidara NeoConları taşıdı ve 2003 Irak işgali öncesi içte ve dışta gerekli ayarlamaları yaptı. Dışta yaptığı en önemli ayarlardan biri, başta da söylediğimiz gibi, 2001 ekonomik kriziyle, 2002’de BOP eşbaşkanlığı görevini kabul edecek bir iktidar değişikliğiydi.
ABD TÜRK ORDUSU’NA SİLAH GÖSTERDİ
Ancak Türk Ordusu ABD planlarına direnmeye devam ediyordu. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddiyle ABD planı yine büyük yara almıştı. Türk Ordusu’nun direncini kırmak isteyen Washington, bu dönemde 4 Temmuz Süleymaniye baskını-Çuval operasyonu ile resmen TSK’ya silah gösterdi!
EMPERYALİZM OBAMA’YLA DERİ DEĞİŞTİRİYOR!
Dünyadaki güçler dengesinin aldığı yeni boyut da ABD planlarını sekteye uğratıyordu. Çin ve Rusya’nın bazı hamleleri ile İran’ın bölgesel direnci Washington’u güç kaybına götürdü. Bush iktidarının dünya halkları karşısında itibar yitirmesi Amerikan Devleti’ni yeni bir hamle değişikliğine götürdü ve iktidara “biraz zenci, biraz Müslüman, biraz Hüseyin” olan Obama’yı getirdi. Emperyalizm deri değiştirdi! Bu deri değişimi sürecinin Ortadoğu’ya ilk yansıması İsrail’in Gazze’yi işgaliydi.
İRAN’DAN ROL ÇALMA OPERASYONU
Tayyip Erdoğan’ın misyonu artık, “ılımlı İslamcı” bir BOP eşbaşkanı olarak Ortadoğu’da İsrail’le Arap’lara eşit mesafede olacak bir “ağabey”likti. ABD, Tayyip Erdoğan’ı öne çıkararak, Ortadoğu’da liderlik üstlenen Ahmedinejad’ı yani “antiemperyalist İran”ı devre dışı bırakmak istiyordu. Washington, ABD karşıtı Ahmedinajad’ı destekleyen Arap halklarını mümkünse yanına çekmek, olmadı tarafsızlaştırmak için Tayyip Erdoğan’a ihtiyaç duydu. Arap halkları üzerinden uygulanacak bu psikolojik savaşın en önemli kaynağı ise ancak sözde İsrail karşıtlığı olabilirdi. Nitekim öyle de oldu! Gazze işgalinin hemen öncesinde Ankara’da İsrail başbakanı Olmert’le buluşan Erdoğan, işgal boyunca İsrail karşıtı bir görüntü verdi. Ancak bu karşıtlığa rağmen, ne İsrail-Türkiye anlaşmalarıyla ilgili bir adım attı ne de İsrail devletine karşı siyasi bir tavır aldı. Büyükelçimizi en azından görüş almak için bile geri çekemeyen Tayyip Erdoğan, CHP’nin önerdiği TBMM’den ortak kınama çıkarma kararını da engelledi! Erdoğan Amerikan Yahudi Komitesi’nin 2004 yılında kendisine verdiği “Cesaret Ödülü”nü bile iade edemedi!
ERDOĞAN’IN DAVOS BEKLENTİLERİ!
Tüm bu gelişmelerin ardından, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda Tayyip Erdoğan’ın Şimon Peres’le bir panelde buluşacağı duyulduğunda, çok haklı olarak şu iki soruyu sorduk: Erdoğan madem İsrail karşıtı, Davos’da, İsrail Cumhurbaşkanı’yla bir panelde ne işi var? Böylesi bir panelden Türk dış politikası mimarlarının ne beklentisi var?
Sorunun yanıtı panel sonrasında ortaya çıktı!
Peres’in herkesi şaşırtan ses tonu ve üslubu, Ignatius’un “kötü” yönetimi ve Erdoğan’ın “anlık sinirden kaynaklanmadığı” anlaşılan düzgün cümleleri, (çünkü 6 yıldır gördük ki, Erdoğan sinirlendiğinde düzgün cümle kuramıyor, üstelik argo kelimeler kullanıyor) Ortadoğu halklarına yönelik bir psikolojik savaşın en önemli sahnesini oluşturdu!
MİLLİ DEVLET’TEN KABİLE DEVLETİ’NE
Dünya televizyonları canlı yayına geçtiğinde, İstanbul’daki hazırlıklar da son aşamasına gelmek üzereydi. Çünkü Erdoğan aynı zamanda “seçim çalışmasına Davos’dan başlamıştı”! Bir taşla birkaç kuş vurulacaktı.
Tüm aktörler, ileride olabilecekler konusunda rahattılar zaten. Ciddi bir “kriz” beklentisi taşımıyordu AKP kurmayları. Kaldı ki, ertesi gün, İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy, endişe edecek bir şey olmadığını, işlerin en kısa sürede yoluna gireceğini açıklıyordu!
Davos’daki dramanın en kötü sahnesi de, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın eşinin ağlayarak kameralar karşısında “İsrail Cumhurbaşkanı’nın söylediği her şey yalan” sözleriydi..! Milli devlet modelinden, kabile devlet modeline geçmiştik artık!
“DAVOS FATİHİ” AFİŞLERİ ÇABUCAK HAZIRLANMIŞ!
Masadan “benim için Davos bitmiştir” diyip kalkan Erdoğan, bir süre sonra Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Kalus Scwab ile ortak basın toplantısı düzenledi. Erdoğan bu kez ne Şimon Peres’i, ne de İsrail devletini hedef aldı? Olanlara moderatör (Panel yöneticisi) David Ignatius sebep olmuştu! Erdoğan Ignatius’a kızdığı için Panel’i terk etmişti!
Gece geç saatlerde İstanbul’a gelen Erdoğan, hazırlanan “davos fatihi, dünya lideri” afişleriyle karşılandı. Oyunun bu aşamasında, Türk milletinin haklı İsrail karşıtlığı kullanılarak, yerel seçimler öncesi yelkenler de şişirilecekti.
“HEPİMİZ ERMENİYİZ”CİLERİN GERÇEK YÜZÜ
Ertesi sabah yandaş medya aracılığıyla hazırlanan ortamda, Erdoğan Ortadoğu’nun yeni lideri ilan ediliyordu. Erdoğan’ın tutumunu eleştirecek olan kesimlere karşı gerekli hazırlık da yapılmıştı. Suçlu, Erdoğan’ın da işaret ettiği kötü “moderatör” David Ignatius’du. Daha dün bir işaretle “hepimiz Ermeniyiz” diyen demokrasici kalemler, birden Ignatius’un Elazığ-Harput kökenli Ermeni bir aileden geldiğini yazıp-çizdiler. Daha dün “hepimiz Ermeniyiz” diyenler, bugün Ignatius’un paneli kötü yönetmesini Ermeni kökenli olmasına bağlıyorlardı! Hrant Dink’in ardından sahte gözyaşı dökenlerin, gerçek etnik ayrımcı yaklaşımları bir kez daha ortaya çıkmıştı!
Oysa David Ignatius Aralık ayında İstanbul’a geldiğinde, Dolmabahçe’de Erdoğan’ın başdanışmanı Ahmed Davudoğlu’yla görüştüğünde, 21 Aralık’ta Washington Post’da bu görüşmeyi yazdığında, Ahmet Davudoğlu ve AKP’nin dış politikasına övgüler dizdiğinde, hatta “domino teorisi” diye yaldızlanan bu dış politikayı Barack Obama’ya tavsiye ettiğinde, “Ermeni kökenli” değildi! 21 Aralık tarihli yandaş gazeteleri açın bakın, Ignatius o gün, en utangaçları bile “ABD’nin en önemli kalemi” diye yağlıyordu!
BAĞDATLI ÇOCUKLAR MÜSLÜMAN DEĞİL Mİ?
Panelden bu yana Türkiye ikiye bölündü. Bir yandan Erdoğan’a büyük alkış var. Çünkü, yukarıda özetlemeye çalıştığımız yöntemlerle millete, Erdoğan’ın İsrail’e tepki gösterebilen bir lider olduğu imajı çizildi!
Filistin’de çocuklar öldüğü için tepki gösteren Erdoğan’ın, ABD Bağdat’ta çocuk öldürürken neden sustuğunu kimse sormuyor Erdoğan’a bu atmosferde? Askerlerimizin başına çuval geçirilirken, nota isteyen kesimlere, “ne notası, müzik notası” mı diyen Erdoğan unutuldu bile! Yüz binlerce Müslüman’ın katledildiği Irak’ta, ABD daha başarılı olabilsin, daha çok öldürebilsin diye, TBMM’den tezkere çıkarmaya çalışıldığı da hiç hatırlanmıyor bugünlerde!
ERDOĞAN’A YANLIŞ YERDEN VURULUYOR!
Erdoğan’ı eleştiren kesimlerin bir bölümü ise resmen İsrailcilik yapıyor! Daha doğrusu İsrailci bazı özel kalemler, Tayyip Erdoğan’ı, “Hamasçı, batıya sırtını dönen Ortadoğulu” diye yaftalıyor! Bizim bazı “Laikçi” çevreler de, bu koroya kapılıp, İsrailcilik yapmış oluyorlar. Ortadoğulu olmak ayıpmış gibi… Ortadoğu bizim yaşam alanımız!
Erdoğan’ı Hamas’ın sözcülüğünü yapmakla suçlayan bu kesimler, (İsrail’in işgal politikası Hamas yokken de vardı!) Türk dış politikasının Yahudi Lobisi’ni kaybederek intihar ettiğini yazıp çiziyorlar!
Kaldı ki bu çevreler yıllardır, ABD’yi Ermeni ve Yahudi lobisinin yönettiği yalanını yazarak, emperyalist ABD devletini, Yahudi sermayesinin oyuncağı olan bir zavallı gibi göstermeye çalışıyorlar. Onlara göre, Yahudi Lobisi sayesinde, Türkiye Ermeni Lobisi’nin saldırısına direniyor yıllardır! Geçiniz! Lobi devleti değil, Devlet lobiyi kullanır!
CHP’den Tayyip Erdoğan’a yönelik eleştiriler de tutarsızdır. “Erdoğan samimi ise şunu da yapsın, bunu da yapsın” demek, politika üretememenin en doğal sonucudur! ABD’nin BOP Eşbaşkanı sıfatını taşıyan Tayyip Erdoğan’dan nasıl bir samimiyet beklenebilir ki?!
SONUÇ
Tayyip Erdoğan, kimi “laikçi-Arap karşıtı-İsrail yandaşı” çevrelerin korkmasına yer bırakmayacak kadar ABD ve İsrail politikalarına uyumludur! Bu uyum, BOP eşbaşkanlığı görevinden kaynaklanmaktadır. Erdoğan, ABD ve İsrail’le köprüleri atamaz. Çünkü Erdoğan’ı bizzat o koltuğa ABD ve İsrail getirmiştir.
Tayyip Erdoğan sadece, halkımızın özlediği “devlet adamı” rolünü, üstelik çok da kötü oynamıştır Davos’taki dramada…
Mehmet Ali Güler
1 Şubat 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder