AKP’nin 3 Kasım seçimleri öncesinde, 16 Temmuz 2002 tarihli ABD ziyaretinde Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü JINSA temaslarıyla iktidar vizesi garantilemesini nasıl değerlendirmeliyiz?
Hele de Erdoğan’ın Ocak 2004’teki ABD ziyareti sırasında Amerikan Yahudi Komitesi’nden “cesaret ödülü” olan “Davut Boynuzu”nu almasını nasıl anlamalıyız? Ki bu ödülü alan tek Müslüman’ın Tayyip Erdoğan olduğunu da düşünürsek…
Bitmedi… Ya Erdoğan’ın, Suriye sınırındaki mayınlı arazileri 49 yıllığına İsrail’e vermesine tepki gösterenleri “Yahudi düşmanlığı” ile suçlamasına ne demeliyiz? Üstelik bu alışveriş, tam da Davos’ta yaşanan “one minute” dramasından hemen sonra olmuşken…
Tüm bunlara rağmen Erdoğan, son bir yılda İsrail ile tam 3 büyük kriz yaşadı… İlki Davos’taki “one minute” kriziydi. Ardından İsrail’den Anadolu Kartalı tatbikatına katılmaması istendiğinde ortaya çıkan krizdi. Son olarak da İsrail’in Kurtlar Vadisi dizisine tepki göstermesi ve hemen sonrasında büyükelçimizi alçakta oturtmasıyla günışığına çıkan üçüncü krizdi…
Her üç krizin de ortak paydası Gazze’ydi; yani AKP hükümetinin açıktan İsrail’in Gazze operasyonlarına tepki göstermesiydi.
Model Ortaklık
Peki gerçekte olan biten neydi?
AKP’nin gerçek İsrail tutumunu analiz edebilmek için öncelikle şu gelişmeleri saptamamız gerekiyor:
1.. Washington, dünya çapındaki siyasal-askeri-ekonomik zorunluluk nedeniyle, Bush dönemindeki Irak merkezli Büyük Ortadoğu Projesi’ni, Obama döneminde Afganistan-Pakistan merkezli Büyük Ortadoğu Projesi’ne revize etti. Washington bu değişim gereği Bush dönemi açıktan dile getirdiği “düşman İslam” söylemini, Obama döneminde “ortak İslam” söylemine çevirdi.
2.. Washington Ortadoğu için şu kriterlerin sağlanmasını başarı olarak saptadı:
a.. Irak’ın kuzeyinde kurulacak Kürt Devleti’nin yaşaması, Türkiye’nin himaye etmesine bağlıdır.
b.. İran’ı kuşatmanın anahtarı Türkiye’dir. (Ki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Irak, Suriye ve Lübnan ile Ortadoğu Birliği kurarak İran’ı yalnızlaştırma gayretindedir)
c.. ABD’nin sorunlu olduğu Ortadoğu ülkelerini ehlileştirme görevini Türkiye üstlenmelidir. Türkiye bu amaçla, ehlileştirilecek Arap Devletleri’nin karşıt olduğu İsrail’e karşı “kontrollü” konumlanmalıdır. “Düşman İslam” politikası için İsrail neyse, “Ortak İslam” politikası için de Türkiye o anlama gelmektedir.
d.. Türkiye’nin bu görevleri üstlenebilmesi AKP’nin Türk devletine tam hakimiyetine bağlıdır. Bu hedeflerin önünde direnen TSK ve Ulusal Kuvvetler etkisiz hale getirilmelidir.
ABD’nin bizzat Obama’nın ağzından Türkiye’yi “model ortak” ilan etmesinin esbabı mucibesi bu hedeflerdir. Washington, Müslüman kimlikli AKP ve Türkiye ile Ortadoğu’yu daha iyi biçimlendireceğini hesaplamaktadır.
Brzezinski: “İran’a saldırırsa, ABD İsrail uçaklarını vurmalı”
Kaldı ki Washington bu değişimi en somut biçiminde dile de getirdi.
Washington’un politikalarına yön veren, Obama döneminde yeniden zirveye yerleşen, ABD eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brezezinski, İsrail’in İran’a saldırma olasılığının konuşulduğu günlerde çok çarpıcı bir açıklama yaptı: “Eğer İsrail savaş uçakları, Irak hava sahasını kullanıp İran’a saldırırsa ABD savaş uçakları havalanıp onlarla savaşmalı. İsrail’in uçakları tepemizde uçarken oturup seyredecek miyiz, onlara bu hakkı vermeme konusunda ciddi olmalıyız. Kimse bunu istemez ama Liberty vakasının tersi olabilir”. (Milliyet, 24 Eylül 2009)
Yine Brezezinski, İsrail’in Haaretz gazetesine daha önce yaptığı çok önemli bir açıklamada da şunu söylemişti: “Amerika’nın İran’a saldırı olasılığı konusunda İsrail hükümetine vereceğim tek tavsiye, bu işe karışmamaları olur. ABD İran’a saldırmayacak çünkü saldırırsa bu felaket getirir!” (Haaretz, 8 Aralık 2008)
Brezezinski’nin çıkışı, Erdoğan’ın İsrail “karşıtı” tutumunun somut ipucudur. Çünkü Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığı görevi, Washington eksenli politikaları uygulamasını gerektirir! Kaldı ki İsrail de bu durumun farkındadır. İsrail gazetesi Haaretz AKP’yle ikinci krizin ardından, ABD’nin yönelimine işaret eden analizler yayımladı: “Türkiye’nin değişen tavrı, İsrail’le ilişkilere çok önem vermeyen Obama’nın iktidara gelmesinin bir sonucudur”. (Vatan, 16 Ekim 2009)
Yaşananların gerçekte ne olduğunu aslında itiraf edenlerden biri de AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’tı. İsrail’le krizi şu veciz sözlerle yorumlamıştı Yakış: “Temelde kayma yok, ince ayar var”. (Kanal D, 32. Gün, 15 Ekim 2009)
Fetullah Cemaati İsrail’i savundu
Aslında “dincilerimiz” ne Filistin’i düşünüyor ne de Gazze’de ölen çocukları…
Örneğin Fetullah cemaatinin yayın organı olan Zaman gazetesi bakın nasıl savunuyor İsrail’i ve nasıl da tepki gösteriyor Filistin’e: “İsrail’in Gazze’ye yönelik olarak gerçekleştirdiği ‘Dökme Kurşun’ adlı saldırısının ana amacı roket ve havan ateşine son vermekti. Roket ve havan ateşi ne saldırı sırasında ne de sonrasında durdu. Ateşkesten bu yana Gazze’den İsrail’in güneyine yönelik çok sayıda roket ve havan atıldı. Bu durum, saldırının üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen halen de devam ediyor. Nitekim, en son olarak geçen Perşembe günü Gazze’den atılan 10 havan mermisi, bir Kassem roketi ile Cuma gecesi 2 Kassem roketi İsrail topraklarına düşmüş bulunuyor. Bu da tabii, bizde söylenenlerin aksine Gazze’den yapılan Kassem ve havan atışlarının hiç durmadığını açıkça ortaya koyuyor”. (Fikret Ertan’ın 10 Ocak 2010 tarihli makalesi)
Müslüman dayanışmasının lafta olduğunu gösteren bu “analiz” o kadar çok beğenildi ki, Yahudi cemaatinin yayın organı Şalom bu yazıya sayfalarında yer verdi.
Ki asıl olan da bu yaklaşımdır.
Zaten Başbakan Erdoğan, 17 Ocak günü Birleşik Arap Emirlikleri’ne giderken İsrail’le krize değinerek ne dedi: “Biz bu olayı daha fazla ileri taşımayı düşünmüyoruz”!
Üstelik İsrail Savunma Bakanı Barak’ın ziyaretiyle “Heron” insansız hava araçlarının tedarikinde yaşanan pürüzler de ortadan kalktı. 10 adet Heron nisan ayına kadar Türkiye’ye teslim ediliyor!
Mehmet Ali Güller
19 Ocak 2010
19 Ocak 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder