9 Ocak 2010 Cumartesi

Silah değil sınır sorunu

TBMM İçişleri Alt Komisyonu’nun Silah Kanunu Tasarısı’nda yaptığı değişiklik Emniyet ve MİT’in “askeri silah” ithal etmesine olanak tanıyor. Konuyla ilgili İçişleri Alt Komisyonu’na yazılı görüş bildiren Genelkurmay Başkanlığı “askeri silahların ithalatında özel kişi ve firmalara imkan sağlanmasının denetimi zayıflatacağı, çok başlılık yaratacağı ve yasadışı oluşumların bu durumdan yararlanabileceği” uyarısı yaptı.
Emniyet ve MİT’e, “kendileri ya da yetkilendirecekleri kişiler tarafından harp silahı ithal etme yetkisi” veren tasarı, AKP tarafından AB mevzuatına uyum sağlama gerekçesiyle savunuldu. Ancak AB’nin ilgili 91/477/AET kodlu yönergesinde böyle bir düzenleme olmadığı gibi tam tersine “kimlere hangi koşullarda ne gibi silahları edinme veya taşıma yetkisi verileceğini her ülke kendi mevzuatıyla düzenler” deniliyor.
Peki koca bir yalan üzerine inşa edilmiş böylesi bir gelişmeyle neden karşı karşıyayız?
Hükümet, Emniyet’in harp yani askeri silahlara sahip olmasını neden istiyor? Polis ağır silahları kime karşı kullanacak?
Soruların yanıtı için 6 ay öncesine dönelim. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 27 Haziran 2009 günü, partisinin İstanbul il kongresinde ne demişti: “Polis rejimin bekçisidir!”
Başbakan ya da danışmanları “Polis vazife ve selahiyetleri kanunu”nu bilmiyor olamazdı… Başbakan yasada yeri olmayan böylesi bir tanımlamaya neden ihtiyaç duymuştu? Rejimi yani Cumhuriyet’i koruma görevinin, İç Hizmet Kanunu 35. Maddesi’nde belirtildiği üzere TSK’ya verildiği ortadayken Başbakan neden böylesi bir çıkış yapmıştı?
Sorulara burada ara verip bir parantez açalım. Bu tasarı değişikliğinden kısa bir süre önce, 8 Aralık 2009 günü, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, kendisine “Cumhuriyeti koruma ve kollama” görevini veren vazifeler metnini, resmi internet sitesinden kaldırmıştı. Konu kamuoyuna yansımış ve vazifeler metni ertesi gün yeniden resmi internet sitesinde yer almıştı.
Neyse… Polise rejim bekçiliği verilmesi meselesine dönelim. Süreci anlamak bakımından önemli bir durum da, AKP’nin, 2007’den bu yana, Emniyet Genel Müdürlüğü’nü Emniyet Müsteşarlığı yapma gayreti içinde olmasıdır.
Peki neden Emniyet’i genel müdürlük düzeyinden müsteşarlık düzeyine çıkarma ihtiyacı doğuyor? Gelin 14 Mart 2006 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yer alan “sınırlar polise emanet” başlıklı habere bir göz atalım: “Türk sınırlarında sessiz sedasız bir ‘değişim’ yaşanıyor. AB’ye uyum çerçevesinde sınır kontrolleri askerden alınıp sivillere devredilecek. Son aşamaya gelen projeyle 70 bin kişiden oluşan bir ‘sınır polisi’ gücü oluşturulacak. Güneydoğu’da devir süreci ‘Türkiye’nin şartlarına bağlı’ olarak belirlenecek”.
Perdeyi biraz daha aralayalım ve 10 Ekim 2008 tarihli Sabah gazetesine bir göz atalım: “Türkiye AB’ye alınırsa, sınırları ordu yerine profesyonel sınır polisi koruyacak. 3 milyar 700 milyon Euro’luk projeyle 70 bin kişilik profesyonel ekip, son model donanımlarla, Doğu ve Güneydoğu’nun da aralarında bulunduğu kritik sınır korumasını üstlenecek. Dağlıca’da veya Aktütün’de olduğu gibi, vatani görevini yapan erler sınırları korumayacak”.
Sabah’ın haberine göre proje 2012’ye kadar tamamlanacak! Üstelik projeyi yürüten Türk uzmanlar Fransa, İngiltere ve Polonya’da temaslarda bulunmuş; projeyi yürütmek amacıyla AB ilk olarak 685 bin Euro destek sağlamış. Toplam bütçesi 3 milyar 700 milyon Euro olan projenin yüzde 60’ı da AB tarafından sağlanacakmış!
Yine bir parantez açalım ve 17 Kasım 2004 tarihli bir Anadolu Ajansı haberine bakalım. Sınırlarında en çok asker bulunduran ülkeler sıralaması şöyleymiş: Güney Kore kilometrede 2869 asker ile birinci, Küba 2000 askerle ikinci, İngiltere 588 askerle üçüncü, Danimarka 323 askerle dördüncü ve Türkiye 222 askerle beşinci.
Yani sınırlarından hiçbir tehdit görmeyen İngiltere, sınırlarında Türkiye’den daha fazla asker bulunduracak ve AB üyeliği şartı olarak Türk Ordusu’ndan, sınırlardan çekilmesini ve polise devretmesini isteyecek!
Peki Türk Ordusu’nun sınırlardan uzaklaştırılması çalışmasına ne zaman başlandı? 29 Eylül 2004 tarihli Hürriyet’e göz atalım şimdi de: “AB, Türkiye’nin sınırlarının güvenliğini kendi normlarına uyumlu hale getirmek için bir proje hazırladı. 10 yılda tamamlanması beklenen projeye göre, sınırlara termal kamera yerleştirilecek, riskli bölgelere de fosfor serpilecek. AB tarafından ‘entegre sınır politikası’ olarak adlandırılan bu proje, İçişleri Bakanlığı ile koordineli olarak yürütülecek. AB, kara, deniz ve hava sınır güvenlik birimlerinin tek bir çatı altında toplanmasını ve Türkiye Sınır Güvenliği’nin düzenli şekilde Avrupa Polisi (Europol) ile irtibat halinde kalmasını istiyor”.
ABD ve AB’nin sınırlarımızdan anladığı aslında tek bir sınır var: Güneydoğu Anadolu sınırımız… Daha doğrusu Irak sınırımız. Hani 1 Mart tezkeresi geçtiği takdirde, 85 bin ABD askerinin boylu boyunca yerleşeceği sınırımız…
“Kürt Açılımı” yani “ABD’nin Kuzey Irak Açılımı” yani “Türkiye himayesinde Kürdistan Planı” yani “Üç İsrail Planı”… Artık hemen her meselenin gelip düğümlendiği konu budur. Türkiye’nin önüne gelen her konunun arkasındaki gerçek budur. Bu mesele, hem iç hem dış tüm politik gelişmelerin arkasındaki temel gerçektir.

Mehmet Ali Güller
9 Ocak 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder