28 Haziran 2010 Pazartesi

ABD-İRAN MÜZAKERE ŞARTLARI KAVGASINDA, AKP’YE BİÇİLEN ROL

Başbakan Erdoğan, Toronto’da G-20 zirvesi sırasında Obama ile yaptığı görüşmede bakın ne demiş: “İran konusunda amaçlarımız aynı, sadece yöntemlerimiz farklıdır. Türkiye elbette BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a yaptırım kararının yükümlülüklerine uyacaktır”. (Hürriyet, 28 Haziran 2010)
Erdoğan’ın Obama’ya söylediği bu cümle, ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Susan Rice’in “hedef aynı, taktik farklı” yorumunu anımsattı bize. Oylamadan sonra Türkiye’nin “hayır” kararını soran muhabire şu yanıtı vermişti Rice: “Sanırım çok talihsiz bir karardı. Ama Türkiye’nin ve Brezilya’nın karşı oy kullanmakla ayrı bir sonuca ulaşmayı hedefledikleri söylenemez. Sadece taktik ve zamanlama farklılığı”. (Yeni Şafak, 11 Haziran 2010) Sizce bu ifadeyle, BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a yaptırım kararına Türkiye’nin “hayır” oyu vermesiyle koparılan fırtınanın, Ankara-Washington hattında bir sıkıntı doğurmadığı, sadece taktiksel olduğu iyice belirmiş olmadı mı?
Ya da şöyle soralım: Erdoğan, 18 Haziran tarihli konuşmasında dile getirdiği “biz Tahran Anlaşması’nı ABD Başkanı’nın bize yazdığı mektuplar çerçevesinde yürüttük” görevini acaba TC Başbakanı sıfatıyla mı, yoksa BOP eşbaşkanı görevlisi olarak mı yerine getirmiş oldu?

ABD DİYALOG KAPISINI YENİDEN AÇTI
Neyse…
“İran’a markaj” görevinin üstünü kazımayı sürdürelim.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu G-20 toplantısından önce, “asıl kararları” almak üzere zenginler kulübü olan G-8 zirvesi yapıldı. Zirve sonrası açıklanan sonuç bildirgesinde “İran, nükleer programı konusunda şeffaf bir diyaloga çağrıldı”; ayrıca “Türkiye ve Brezilya’nın anlaşma sağlamak için harcadıkları çabalara” dikkat çekildi.
Washington böylece, geçen hafta sinyallerini verdiği “Tahran nükleer takas anlaşması masada” görüşünü daha net ortaya koymuş oldu.
O zaman şu tespitin altını daha kalın bir kalemle çizelim: AKP, Obama’nın İran’daki barışçıl öncül kuvvetiymiş!

MÜZEKERE MASASI ŞARTLARI KAVGASI
BM oylamasından bu yana yazılanlardan ve konuşulanlardan, tam şu noktada haklı bir kafa karışıklığı ortaya çıktığı görüldü. Madem ABD AKP’den İran’la nükleer takas anlaşması yapmasını istedi, o zaman neden BM’den yaptırım kararı çıkarttı?
Ya da şöyle soralım: ABD İran’a yaptırım kararı çıkarttıktan sonra, neden bu kez G-8 zirvesi aracılığıyla diyalog kapısını açtı?
AKP’nin, “monşerleri” devre dışı bırakınca yanıtını bulamadığı sorular ve anlam veremediği ikircikli ABD tutumları işte şu ABD politikasından kaynaklanıyor:
İran’a “bu koşullar altında” sopa gösteremeyecek olan Washington, “Tahran’ı yalnızlaştırarak, kendi istediği koşullarda müzakerelere mecbur etmeye” çalışıyor. Yani ABD, AKP aracılığıyla Tahran’ı müzakere masasında tutuyor, BM üzerinden de izole etmeye çalışıyor. Washington’un hesabına göre BM ve diğer uluslararası kurumlar İran’ı izole ettikçe ve yalnızlaştırdıkça, ABD kendi istediği şartlarda masaya oturtacağı rakibinden daha çok şey kopartacak!
Acaba bu mümkün mü? ABD’nin 200 yıllık diplomasi deneyimi, 3 bin yıllık Pers diplomasisi karşısında ne derece etkin olabilecek? Çünkü “nükleer” diplomaside yeni bir evre başlıyor…
İran ABD manevralarına yeni bir manevrayla yanıt verdi ve “batılı devletlerle nükleer görüşmelere Ağustos ayının sonuna doğru başlamaya hazırlandıklarını” ilan etti. Ahmedinejad, ülkesinin, Viyana Grubu’yla gerçekleştireceği görüşmelere geç katılma sebebinin Batı’yı “cezalandırmak” olduğunu belirtti.
Son söz olarak altını çizmek gerekir ki, ABD açısından diplomasi masası aslında zorunlu tercihtir, çünkü Washington hem Irak hem de Afganistan cephesinde yenilgiye geçti. Üstelik zaman Washington saatine göre ilerlemiyor!

Mehmet Ali Güller
28 Haziran 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder