Bu saflaşmanın olguları ise saldırıyla ilgili yapılan açıklamalar. Bakın kim, kimleri saldırıdan sorumlu tutuyor?
Öcalan’a göre saldırıyı yapan ya İran ya da “derin PKK”. AKP’nin kontrolündeki Anadolu Ajansı da, saldırının, PKK’nın içindeki Suriyeli kanadın lideri Bahoz Erdal kod adlı Ferman Hüseyin’ine bağlı birlikler tarafından gerçekleştirildiğini yazdı. Zaten İçişleri Bakanı Beşir Atalay da, “veriler, PKK’yı gösteriyor” diyerek “gelen bilgiler PKK’yı değil içini gösteriyor” demeye getirdi. Denklemi tamamlayan açıklama da BDP’den geldi: Saldırı Ergenekon’un işi!
Ancak…
Denklemi tamamlayan en önemli olgu, Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında toplanan olağanüstü güvenlik zirvesi sonrası yapılan açıklamaydı. Teröre karşı sekiz önlemin alınacağı belirtilen açıklamada, önlemlerden ikisi aynen şöyle: “Kuzey Irak’taki Kürt yerel yönetimiyle, PKK’ya karşı mücadelede işbirliğinin artırılması” ve “açılıma devam edilmesi”.
Yani Erdoğan komutasındaki devletimiz toplanmış ve PKK’ya panzehir olarak KDP’yi, Öcalan’a panzehir olarak da Barzani’yi göstermiş!
Türkiye, bu panzehirci yaklaşımı nedeniyle, Irak’ın kuzeyinde 1992’den beri adım adım inşa edilen kukla devletin bizatihi ABD’den sonra en büyük sorumlusu olmadı mı? Hadi Başbakan Erdoğan BOP eşbaşkanlığı görevi gereği kukla devletin hamisi ama devletin güvenlik zirvesine katılan devletin güvenlik birimleri bu gerçeği bilmiyorlar mı? 36. paralele evet demek, Çekiç Güç’e evsahipliği yapmak, Habur dışında ikinci bir sınır kapısı açmayarak Barzani’ye ekonomi yaratmak, Barzani’ninj peşmergesini eğitmek hatta maaşını vermek, PKK saldırganlığını azalttı mı, Kandil’i boşalttı mı? Yoksa, kukla devlet PKK için güvenli bölgeye mi dönüştü?
Hepsini bir yana bırakın. ABD’nin bölgede ağırlıklı olarak bulunduğu 1991-1999 yılları arasındaki birinci dönemle, 2003-2010 yılları arasındaki ikinci dönemin PKK’yı palazlandırdığını, PKK’nın Türkiye’ye karşı saldırganlığını artırdığını görmüyorlar mı, bilmiyorlar mı? İstatistiklere baksalar görecekler: Ne zaman ABD bölgeye geldi, PKK büyüdü ve saldırganlaştı!
Ya Güneydoğu’nun Barzanileştiğinin farkında değiller mi!? Öcalan posterli nevruz gösterilerinin yerini, Barzani posterli gösterilerin aldığından bihaberler mi!? Fethullah Gülen cemaati ile Barzani aşiretinin, Irak’ın kuzeyi ile Türkiye’nin güneydoğusunda, eğitimden kültüre, sağlıktan ekonomiye kadar ittifak halinde olduğunu görmezler mi!?
Ayrıca toplumda her bireyi, kimlik sorgulatmaya götürdüğü için “ayrışma” yaratan ve de PKK saldırganlığını artıran “açılıma devam etme” kararı, teröre karşı alınabilecek bir önlem midir?
Peki, neden İran ve Suriye hedef gösterildi?
Çünkü İran ve Suriye, aslında en başından beri ABD’nin kukla devleti konusunda doğal ve nesnel müttefikti ama gecikti. Çünkü ABD, Irak’ın kuzeyinde kurduğu kukla devleti ilan ettikten sonra doğuda İran’a, kuzeyde Türkiye’ye ve batıda denizle buluşturana kadar Suriye’ye genişletecekti. Keşke, Tahran’ın bunu anlaması için örneğin PJAK saldırganlığı, Şam’ın anlaması için de TSK’nın iradesi ile örneğin ABD’nin Kamışlı provokasyonları gerekmeseydi?
Ankara, Tahran ve Şam için bu durum 1999’dan sonra oluştu. Adana mutabakatıyla başlayan süreç, önce Ankara-Şam, ardından Ankara-Tahran ve son olarak da Ankara-Tahran-Şam eksenli gelişti.
Ankara ile Tahran, her altı ayda bir yenilenen “güvenlik anlaşması” imzaladılar yıllarca. Tahran PKK’yı, Ankara da “Halkın Mücahitleri”ni düşman ilan etti! Tahran, PKK’nın kendi sınırları içindeki uzantısı PJAK’a karşı amansız mücadele etti. Dahası, Ankara ile Tahran, Irak’ın kuzeyine yönelik ortak operasyon bile düzenledi; Kandil’e birlikte hava harekâtı yaptı!
Şam için dönüm noktası, Türk Ordusu’nun “Öcalan’ı teslim et” iradesi oldu. Bu irade, Şam’ı girmesi gereken denkleme soktu. Ancak Ankara’nın o iradesinin en büyük sorunu ise, milli olarak başlayan sürecin gayrı-milli sürece dönüşmesiydi. “Suriye kontrolündeki Öcalan” yerine, Türkiye açısından daha büyük bir talihsizlik olan “ABD kontrolündeki Öcalan” dönemi başladı. Çünkü Suriye’nin Öcalan’ı sınır dış etme kararıyla birlikte ABD devreye girmiş ve Öcalan’ı CIA-MOSSAD operasyonu ile Türkiye’ye “şartlı” teslim etmişti!
İşte ABD için en büyük sıkıntı bu ittifaktır. Ankara-Tahran-Şam ve hatta Bağdat dörtlüsü, ABD’nin kukla devletinin en büyük düşmanıdır. Kukla devlet, güneyden ve batıdan Arapların, doğudan Farsların ve kuzeyden Türklerin kuşatması altındadır. ABD çekildiği anda kukla devlet, bu üç milletin yaşadığı dört devlet tarafından dağıtılacaktır.
İşte ABD bu amaçla, bölgeden çekilip gitmek zorunda kalmadan, kukla devletini himaye ettirmeye, dahası himaye edecek kuvvete doğru genişletmeye çalışıyor. Yani Türkiye’ye…
Barzani’nin Öcalan’a panzehir gösterilmesine sessiz kalan devletin “merkezi kurumları” işte tam da burada hayati bir yanılgıya düşüyorlar. KDP ile PKK arasındaki çelişmenin, esas olduğu kanaatine varıyorlar. İkisi arasındaki çelişme, ABD’ye uşaklık yarışından başka bir şey değildir! Öcalan ile Barzani arasındaki çelişme, Türkiye’ye doğru genişleyecek Kukla Devlet içinde söz sahibi olma yarışından başka bir şey değildir. Barzani siyasal gücünü, Öcalan ise Türkiye’deki Kürt nüfusun en kalabalık nüfus olmasını avantaj kabul ederek yarışıyorlar. Yarış, elbette kuklacı “bitti” diyene kadar sürecek…
Devletin “merkezi kurumlarının” bir diğer yanılgısı da, Washington’un Pentagon üzerinden ördüğü “Tahran, Ankara’nın çıkarına aykırı olarak, kuzey Irak’ta nüfuzunu genişletiyor” masalıdır! Sanırsın, Irak’ın kuzeyinde ABD değil Papua Yeni Gine ordusu var!
Türk devleti, BOP eşbaşkanlığı katından uygulanan bu politikalarla adım adım karanlığa gidiyor! Öcalan’ın ağzından çıkacak bir “ateşkes uzasın” lafına bel bağlamanın ve acizliğinin sonu, Türkleri en fazla, ABD adına üçüncü bir İsrail devleti olmaya götürür! Kürtleri de bin yıldır birlikte yaşadığı halklarla boğaz boğaza getirir!
Mehmet Ali Güller
20 Eylül 2010
20 Eylül 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder