21 Ekim 2009 Çarşamba

ABD’nin model ortaklığı ile girilen parçalanma süreci

Türkiye, 19 Ekim 2009’de tarihi bir güne sahne oldu!
Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla, Mahmur ve Kandil’den iki “Barış grubu” Türkiye’ye döndü. Silopi’de 34 kişi için düzenlenen törenler, televizyonlardan canlı verildi. Televizyonlara yansımayan ayrıntıları da gazetelerden öğreniyoruz:
Devlet töreniyle karşılama
Şırnak Vali Yardımcısı Abdullah Akdaş başkanlığındaki bir grup “sivil” yetkili tarafından “hoş geldiniz” denilerek karşılanan 34 kişilik grup, sınır kapısının 200 metre ilerisindeki Tarım İl Müdürlüğü binasına götürülmüş. Önceden hazırlanmış odalara yerleştirilen grup, sağlık kontrolünden geçirilmiş. Dört özel yetkili savcı, ifadeleri saat 21:00’de almaya başlamış ve saat 02:00’de tamamlamış. Kişi başı 7 dakika süren ifade alma işlemleri sırasında, dışarıda da sürekli ambulans bulundurulmuş. Öğreniyoruz ki, savcılar ve hakim, 34 kişinin tutuklanmaması için her türlü hukuki yardımı yapmış. Ki zaten gözaltı olmaması için de, mahkeme direkt Habur Sınır Kapısı’nda kurulmuştu. Savcılar, sorguladıkları isimleri, “sayın Öcalan” ve “önderlik” ifadelerini kullanmamaları konusunda ikna etmeye çalışmış. Sorgulamada bu ifadeleri özellikle kullanan beş kişi, “mecburen” örgüt üyeliği suçundan tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk edilmiş. Savcılık ayrıca, mahkemeye “talepte bulunmamalarına rağmen bu kişilerin etkin pişmanlıktan yararlanabileceğini” anımsatmış. Hakimin, avukatlara yönelik, “Suça konu kelimeler kullanılmasın. Üsluplara dikkat edilsin. Bu kritik süreçte, kimse zor durumda kalmasın” uyarısının ardından, beş kişi, hakimlik ifadelerinde “önderlik” kelimesini kullanmamış. Beş kişiden bazıları, “Sayın Öcalan” ifadesini sorgusunda da kullanmakta ısrar etmiş. Ancak, hâkim bu ifadeleri tutanağa geçmemiş! Böylece yüzlerce kişiyi çok daha hafif eylemlerden tutuklayan yargı beş kişiyi serbest bırakmış! (Milliyet, 21 Ekim 2009)
AKP-PKK pazarlığında DTP arabulucu
Öte yandan hükümet, ifadelerin alınmasından önce avukatlara ve DTP eşbaşkanı Ahmet Türk’e şu mesajı iletmiş: “İfadelerde ‘Hükümetin demokratik açılım projesine destek için buraya geldik’ cümlesinin yer alması zorunlu. Pişmanlık Yasası’nın uygulanmasını istememelerine karşın, ifadelerinde böyle bir vurguda bulunmaları halinde Pişmanlık Yasası kapsamında değerlendireceğiz”. Grup, “Öcalan’ın talimatıyla geldik” ifadesinde ısrarcı olmuş. DTP’li Emine Ayna da “Öcalan’In talimatıyla geldik vurgusu kesinlikle olmalı. Hükümetin talebinin karşılanıp karşılanmayacağına da kendileri karar versin” tezini savunmuş. Ahmet Türk ise “Her iki vurgu da ifadede yer alsın” önerisi getirmiş. Hükümetten, “olumlu” yanıt gelmesi üzerine Ahmet Türk, geceyarısı Habur’a gitmiş ve avukatlarla görüşmüş. “Dmokratik açılıma destek vermek amacıyla ve Öcalan’ın talimatı doğrultusunda Türkiye’ye geldik” ifadesi üzerinde mutabakat sağlanmış. Böylece 5 kişi de serbest kalmış. (Hürriyet, 21 Ekim 2009)
Hürriyet gazetesinin aktardığı bu ayrıntılara göre aslında AKP ile PKK koyu bir pazarlık yapmış; bu pazarlıkta da DTP arabuluculuk görevi görmüştür!
Kaldı ki, MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural da, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün 17 Ekim günü gizlice buluştuklarını ve Kuzey Irak’tan gelecek grubun girişinin organizasyonunu yaptıklarını açıkladı!
AKP, Öcalan’la pazarlık yaptığını itiraf etti
“Barış grubu” meselesi, Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 2009 günü avukatlarıyla yaptığı görüşmede ortaya attığı bir çağrıydı. Öcalan, açılımın önünün tıkandığını, tıkanıklığın da PKK’nın göndereceği iki “barış grubu”yla aşılacağını savunuyordu.
Ancak İçişleri Bakanı ve Açılım Koordinatörü Beşir Atalay, 20 Ekim’de yaptığı açıklamada, “Eve dönüş, demokratik açılım sürecinin bir safhası, planın bir parçasıdır” dedi.
İçişleri Bakanı Atalay’dan sonra, Başbakan Erdoğan da Meclis grubunda yaptığı konuşmada aynı şeyi söyledi: “Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur. Türkiye’de iyi, güzel şeyler, umut verici gelişmeler oluyor. Bunu son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum. Şu anda bu, bir milli birlik sürecinin, bir demokratik açılım sürecinin, bir kardeşlik projesinin gereği olarak atılmış bir adımdır”.
Öcalan’ın çağrısının aslında AKP’nin açılımının (aslında ABD’nin) bir parçası olduğunu böylece öğrenmiş olduk!
Baykal: PKK’ya kolaylık, Ergenekon’da ise adaletsizlik
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ise gelişmeleri “Bu bir Türkiye projesi değildir. Bu bir AKP, PKK ve DTP projesidir” diyerek yorumladı. Baykal, CHP grup toplantısında şu önemli değerlendirmeyi yaptı: “Artık resmen görülmüştür ki, İmralı’dan gönderilen yol haritası uygulamaya konulmuştur. Birileri bu senaryoyu yazdı. Sahneye kim ne zaman girecek, hepsi belli. İstediğiniz kadar siz ‘Terörü muhatap almıyoruz’ deyin. Muhatap aldılar bile. Niçin indiler onlar? Kendi takdirleriyle mi indiler? Elçi olarak, ellerinde mektupla geliyorlar. ‘Artık silahla bu iş olmayacak’ diye gelmiyorlar. Müzakereye geliyorlar, teslim olmaya değil, teslim almaya geliyor. Gelen PKK’lıları izzet ikramla ağırlıyorlar. Ergenekon’da bu ülkenin dürüst, namuslu gazetecilerini, profesörlerini, aydınlarını neyle suçlandıklarını bile bilmeden yargılıyorlar. Bu adaletsizliğin sona ereceği günler yakındır, hiç merak etmeyin.”
Bahçeli: Proje’nin asıl sahibi ABD’dir!
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de, gelişmeleri “PKK Türkiye’ye değil, AKP PKK’ya teslim oldu” şeklinde yorumladı. Meclis grubunda konuşan Bahçeli, Baykal’dan farklı olarak esas adresi, yani ABD’yi de telaffuz etti: “Bu alçaklık tablosu, Başbakan Erdoğan’ın eseri ve sözde açılımın tipik sonucu. Başbakan’ın sebeplendiği bu yıkım projesi, İmralı canisinin, terör örgütünün Kandil’deki kadrolarının, etnik bölücü mihrakların Barzani ve Talabani’nin etrafında kenetlendiği, Türkiye’ye kefen biçme projesidir. Türkiye’nin bölünmesi için PKK’ya ihtiyaç kalmadı. Başbakan bu projeyi gönüllü olarak okyanus ötesinden teslim aldı. Ayrıntıları görüşmek üzere de 29 Ekim’de başaktörle buluşacak.”
Bahçeli’nin projenin asıl sahibi olarak ismini telaffuz ettiği ABD de, 20 Ekim günü süreci desteklediğini açıkladı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ian Kelly, “Türk müttefiklerimizin, PKK sorunuyla başa çıkmada gösterdiği çabaları destekliyoruz” dedi. “Başa çıkmada” nasıl bir ifadeyse artık…
20 Ekim’de yapılan ve 7 saat 40 dakika süren MGK toplantısından çıkan açıklama da dikkat çekiciydi. “demokratik açılım” ifadesinin yer almadığı açıklamada, “terörle mücadelenin kararlılıkla süreceği” belirtildi.
Değerlendirme
ABD’nin planı, hızla uygulanıyor. Aktörler, “2009 kritik yıldır” saptamasına uygun şekilde hareket etmektedir:
1.. AKP, ABD planına uygun şekilde Öcalan’la ittifak halinde yola devam etmektedir. AKP, Öcalan’ın çağrısıyla eve dönüşü, açılımın bir aşaması olarak tarif etmektedir.
2.. DTP, AKP ile PKK arasındaki arabuluculuk görevini başarıyla sergilemektedir. Sorguda yer alacak ifadelerin pazarlığı ibret vericidir. Öte yandan ilk olarak 14 Ocak 2000 tarihinde, bir Avustralya radyosunda “Sayın Öcalan” diyen Recep Tayyip Erdoğan, 9 yılda hukuku istediği noktaya getirmiştir!
3.. “Barış grubu” beklendiği dönemde Cengiz Çandar-Hasan Cemal-Soli Özel üçlüsünün Kuzey Irak röportajları, Barzani ve Talabani’nin açıklamaları, kamuoyu imalatında değerlendirilmiştir. Barzani, “Bağımsız Kürdistan” özlemi içinde olduğunu ifade etmiştir.
4.. Eve dönüş törenleri, Türk milleti üzerinde yoğun bir psikolojik savaş uygulandığını göstermektedir. Devlet töreniyle (Vali Yardımcısı başkanlığında) ve “sivil” karşılama, devlet dairesinde (Tarım İl Müdürlüğü) ağırlama, grubu “barış grubu” olarak günlerce kamuoyuna algılatma, gerilla kıyafetleriyle sınırdan giriş, DTP’nin Silopi töreni, Öcalan posterleri, sloganları… 10 yıl önce Öcalan’ın teslim alınırkenki aciz görüntüsünün yerini, 10 yıl sonra, “zafer kazanan gerilla” görüntüsü almıştır!
5.. CHP ve MHP lideri, sürece itiraz etmeye devam etmektedirler. Bahçeli, bir adım daha ileri çıkarak, planın asıl adresinin ABD olduğunu telaffuz etti. Bu doğru bir çizgide muhalefet etmek için çok önemlidir.
6.. Erdoğan’ın “İsrail karşıtı” imajı, AKP’ye “Kürt açılımı” nedeniyle tepki göstermesi beklenen kesimleri beklenildiği gibi frenledi.
Sonuç
AKP, ABD’nin BOP’u gereği, Balkanlar’dan (Davutoğlu’nun Bosna Açılımı) Kafkaslar’a (Ermeni açılımı) ve Ortadoğu’ya (İran karşıtı Arap-Sünni ittifak açılımı) kadar tempolu bir şekilde görevini sürdürmektedir. Bu görev, Başbakan Erdoğan’ın defalarca ifade ettiği ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı olmasından kaynaklanmaktadır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la imzaladığı “2 sayfalık 9 maddelik” gizli anlaşma, bu sürecin ana hatlarını belirlemişti.
AKP’nin son dönemde çizdiği “İsrail karşıtı imaj” da ABD’nin revize ettiği BOP’u gereğidir. Washington Bush dönemindeki “düşman İslam” siyaseti yerine, Obama döneminde “ortak İslam” siyasetini uygulamaktadır. Bu durum ABD’ye, İsrail’in “geçici olarak” frenlenmesini, İran’la düşmanlık politikalarının gevşetilmesini, Türkiye’ye Tahran’ı da izole etmeyi hedefler şekilde Arap-Sünni ittifakı kurdurulmasını gerektirmektedir. Böylesi bir ittifakla, hem “Kukla Devlet”e karşı ortak çıkarları olan Türkiye-İran-Suriye olası denklemi bozulmuş hem de Türkiye ile İran potansiyel düşman hale getirilmiştir. Doğu Avrupa’ya kurulması planlanan füze kalkanının yeni adresinin Türkiye olması bundandır. “Kukla Devlet” ABD’nin Büyük Ortadoğu Stratejisi’nde, Avrasya’ya hâkimiyetinin kilididir. BOP’un nihai başarısı buna bağlıdır.
AKP’nin eli bu yüzden ekonomik olarak da güçlendirilmiştir ki; iç politikada rahat edebilsin. Ergenekon soruşturması da bu yüzden, yani iç politikada AKP’yi rahatsız edecek potansiyele sahip kuvvetleri tasfiye etmek için tertiplenmişti.
Türkiye ABD’nin “model ortaklığı” ile girilen bir parçalanma sürecini sessizce izlemektedir…

Mehmet Ali Güller
21 Ekim 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder