Ahmet Türk’e yapılan çirkin saldırı günlerdir gazetelerin ilk sayfalarında, yazarların köşelerinde, televizyonların tartışma programlarında… Bu yoğunluk, saldırının çirkin bir saldırı olmasının ötesinde anlamlar yüklüyor Samsun’daki yaşananlara…
Gelin öncelikle bu saldırının neleri unutturduğunu, kimlerin işine yaradığını ve ne anlama geldiğini somut olaylarla alt alta sıralayalım:
1.. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a Van’da yapılan organize saldırı unutuldu! Ki o saldırıda AKP’lilerin bulunduğu fotoğraflarla saptanmıştı! Baykal’ı her zamanki gibi “iftira atmakla” suçlayan Erdoğan, fotoğraflar karşısında çaresiz kalmış ve Van AKP İl Başkanlığı’na, “olaylarda yer alan CHP’li görüntüsü” bulunması görevi vermişti!
2.. Muş’taki bir olayı, Samsun’a taşıyan hükümet, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bölümünde “iktidar” olamadığını “itiraf” etmiştir. Hukukun evrensel simgesi olan Tanrıça Themis’in bir elinde terazi ama diğer elinde de kılıç olduğu unutulmamalıdır. Çünkü kılıç varsa terazi vardır; kuvvet varsa adalet sağlanır; devlet varsa hukuk uygulanır!
3.. Ahmet Türk’e yapılan çirkin saldırı karşısında Samsun Emniyeti’ne yapılan operasyonu alkışlayanların, Ankara’da eğitim sistemini protesto eden gençlere saldıran polislere benzer tepkiyi göstermemesi, objektiflik ölçütünün “aydın katında” da ortadan kalktığını göstermektedir. Keza hakkını arayan Tekel İşçilerine biber gazı sıkan da aynı polisti!
4.. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Samsun’da delikanlı varsa Hakkari’de, Diyarbakır’da daha iyisi var” mealinde açıklamalar yaparak Samsun’daki saldırıya tepki göstermesi, sağduyulu kesimlerde bile “Saldırının sonuçları, BDP’nin dört gözle beklediği atmosfermiş meğer” yorumlarına yol açtı.
4.. Aslında Ahmet Türk’e yapılan alçakça saldırı, AKP’nin ABD eliyle başlattığı “Kürt Açılımı”nın doğal sonucudur. Açalım:
“Kürt Açılımı” ile birlikte öncelikle kavramlar üzerinden zihinler bölündü. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini özetleyen, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” anlayışının yerine, bizzat hükümet koltuklarından Türklük, Kürtlük, Lazlık, Çerkezlik pompalandı. Siyasal bir kavram olan Türk, öncelikle ırki bir kavram gibi topluma sunuldu. Ve “madem Türk ırksal isim, o zaman diğer ırkların da isimleri Anayasal güvenceye sokulsun” anlayışı topluma nüfuz edilmeye gayret edildi.
Zihinsel bölünmenin ardından semboller üzerinden toplum bölünmeye başlandı. Bir yandan bayraklara sarılmış asker tabutları, diğer yandan otobüs üzerinden şehir turu attırılan teröristler… Hükümet bir yandan, kendilerine yönelik tepki oluyor diye vatandaşın şehit cenazelerine katılmasını engelliyor fakat diğer yandan da, teröristlerin karşılanma görüntülerini “umut verici” buluyordu…
Ardından haritalarda bölünmeler başlandı… Hükümet, ülkeye çizdiği bir sınır üzerinden politika yapar oldu ve Ana Muhalefeti, ülkenin bu sınırından öteye gidememekle vurmaya çalıştı! Yargıya yönelik saldırılara “TSE (Tunceli-Sivas-Erzincan) hattı”, Ahmet Türk’e yönelik yumruklu saldırıya “Samsun-Trabzon” hattı damga vurdu!
Zihin, sembol, harita… Sırada en tehlikelisi olan “sokak” var!
Şimdi gelin, başlıktaki soruyu bir daha soralım:
Ahmet Türk’ü aslında kim yumrukladı?
Mehmet Ali Güller
16 Nisan 2010
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder